34,3266$% -0.01
36,6279€% -0.02
44,2047£% -0.08
2.894,24%0,02
4.895,00%-0,04
02 Şubat 2024 Cuma
DUY EY YURDUM İNSANI
HALK: ERKEN SEÇİME EVET YENİ ANAYASAYA HAYIR!
İLK SORUMLULUK/ZORUNLULUK OLARAK ''DÜŞÜNME''Yİ ÖĞRENMEK VE ÖĞRETMEK
TEMEL’ler BİN YAŞASIN
GEÇMİŞE KISA AMA ANLAMLI BİR BAKIŞ ATALIM MI
Türkiye’nin ormanlık alanları yitirilmeye devam ederken, 19 Ocak ve 24 Ocak tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararları ile toplamda 6 bin 378 metrekare alan orman sınırları dışına, 325 bin 128 metrekare maliye hazinesi arazisi de özelleştirme kapsamında satışa çıkarıldı.
Cumhuriyet’ten Sena Yaşar’a konuşan CHP Muğla Milletvekili Cumhur Uzun, satışa çıkarılan kupon arazilerin 45 futbol sahası büyüklüğüne, orman arazisinin ise bir futbol sahası büyüklüğüne denk geldiğini belirterek, “Bu kararlar ile Bodrum, Marmaris ve Köyceğiz’de toplamda 12 parselde 325 bin 128 Metrekare Maliye Hazinesi olan alan özelleştirme kapsamında satışa çıkarıldı. Bu araziler ya denize sıfır ya da 500 metre uzaklıkta kupon araziler” dedi.
CHP Muğla Milletvekili Cumhur Uzun
Muğla’nın “son sürat talan edildiğini” belirten Uzun, “Türkiye Yüzyılı Talan ve Rant Yüzyılı haline geldi. Muğla’nın en güzel yerleri satışa çıkarıldı. Bu alanların kimlere satılacağını tahmin etmek iktidarın geçmiş uygulamalarına bakarak mümkün. Resmi Gazete’ye bakmadan uyuyamaz olduk” diye konuştu.
Yazının başlığı “Cenderede bir ülke: Yönetilmeyen ekonomi, parçalanmış siyaset, yok olan hukuk ve alternatif İslam inanışları ortasında bir Türkiye” idi. Başlığı mecburen kısalttık. O bile çok şey ifade ediyor. Eski YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan cendereye alınmış ülkeyi yazdı
“Kötüleşen sosyal şartlar ile birlikte gelen ekonomik büyüme bir başarı değil, başarısızlıktır.”
Jacinda Ardern, Yeni Zelanda Başbakanı
Ülkelerin gelişmeleri doğrusal bir şekilde gerçekleşmez, inişli çıkışlı bir süreç takip eder. Bazıları bu inişli süreçleri kriz diye nitelendirilebilir. Krizler genellikle siyaset, ekonomi, hukuk veya din gibi farklı alanlarda görülebilir ve her ülkede farklı biçimlerde ortaya çıkarlar. Bir iki alanda daha etkili olurken diğer alanlar daha az etkili olabilirler. Tarihte en fazla görülen siyasi ve ekonomik krizlerdir ve bu krizler genellikle beraberce ortaya çıkarlar. Bu ikiliye Türkiye için bir de dini alternatif yaklaşımların yarattığı sorunları eklemek gerekecektir.
Ülke 21 yıldır aynı iktidar tarafından yönetilmektedir. İktidar bu 21 yıllık dönemin ilk on yılında o zamana kadar ihmal edilmiş altyapının tamamlanmasına öncelik verdiği ve pek çok eksikliği tamamladığı için başarılı olarak kabul edilmektedir. Burada dünyadaki ekonomik şartların ucuz ve ulaşılabilir kredi imkânları sağlamasının, iktidara yatırımları için çok uygun bir zemin yaratmış olduğu unutulmamalıdır.
Bu yatırımlar sayesinde halkta “hizmet ediyor” algısı yaratan iktidar özellikle sağ kesimde kendisini dindar olarak tanımlayan gruba sağladığı rahatlık, destek ve güven ile pozisyonunu sağlamlaştırmış ve o günden bu yana girdiği genel ve yerel seçimleri kazanmıştır. İlk on yılda yarattığı bu izlenim son on iki yılda azalmış olmasına rağmen hala devam etmektedir.
Son on iki yıllık dönemde siyasi gelişmelere bakılınca özellikle olağanüstü hâl uygulamasından sonra demokrasi ve temel haklar daha da kötüye gitmiş, yargı bağımsızlığına olan güven zayıflamış, güçler ayrılığı yok olmuş, yasamanın yürütme üzerindeki denetimi azalmış, aşırı siyasallaşma yüzünden parlamentoda herhangi bir konuda tartışma ve karar alma olanaksız hale gelmiştir. Güneydoğu bölgesinde yerel belediye başkanlıklarına kayyum atamaları endişe kaynağı olmuş, 2019 ve 2023 seçim sonuçlarına gölge düşürülmüştür. Aynı zamanda sivil toplum kuruluşları baskı altına alınmaya çalışılmıştır. Osman Kavala ve önceki birkaç olayda görüldüğü gibi alt mahkeme bir üst mahkemenin kararını dinlememiş hatta alt mahkeme hâkimleri üst mahkeme üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunarak ciddi bir hukuk krizine sebebiyet vermişlerdir.
Bu olay yargı bağımsızlığını zayıflatırken zaten sorunlu olan hâkim ve savcıların liyakat dışı kriterlerle atanıyor olması da yargıda yaşanan sorunların daha da büyümesine neden olmuştur. Hâkim ve savcıların seçim ve atamalarında liyakat dışı uygulamalar diğer bazı mesleklerde (öğretmenler) mülakat yoluyla devam ettirilmiştir.
“Hizmet ediyor” algısı yaratan iktidar özellikle sağ kesimde kendisini dindar olarak tanımlayan gruba sağladığı rahatlık, destek ve güven ile pozisyonunu sağlamlaştırmış ve o günden bu yana girdiği genel ve yerel seçimleri kazanmıştır. İlk on yılda yarattığı bu izlenim son on iki yılda azalmış olmasına rağmen hala devam etmektedir.
Yolsuzluklarla mücadelede bir ilerleme kaydedilememiş üstelik yolsuzluklar artmaya devam etmiştir. Öyle ki ülke para aklamada kara listeye alınmış, dünya mafya liderlerinin yaşam ve mücadele alanı haline gelmiştir. Toplanma ve gösteri haklarına ilişkin uygulama daha da kısıtlanmış ve bu olaylara isnat edilen terör faaliyeti tanımlaması ile orantısız müdahaleler ve cezai uygulamalar yapılmıştır. Zaman zaman sanat adına yapılan faaliyetler ve konserler bile bu kapsama sokularak iptal edilmiştir. İfade ve basın özgürlüğü ciddi yaralar almış artık yolsuzluğu yapanın değil onu ortaya çıkaran basın mensubunun cezalandırılması kural haline gelmiştir. Sansür bugüne kadar görülmeyen ölçüde uygulanmış, özellikle görsel basın halkı bilgilendirme görevini yapamaz hale getirilmiştir. Genelde medyanın büyük bir bölümü çeşitli iktidar taktikleri ile “yandaş” hale gelmiş ve muhalefetin sesinin halka ulaşması önlenmiştir.
Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kriz ve hukuksuzluğun nedenleri hususunda, devlet sisteminde parlamento dâhil bütün kontrol mekanizmalarının partili başkanlık sistemine geçişle yok olmaya başladığı ve tek adam yönetiminde sorunların çözülemeyip daha da arttığı doğrultusunda ortak bir görüş vardır. Bu değişme ile güçler ayrılığı fiilen sonlanmış ve devlet bürokrasisi çalışamaz hale gelmiştir. Her kararda Cumhurbaşkanlığından görüş beklenmesi sistemin çalışmasını yavaşlatmıştır.
Belki bütün bu gelişmelerden daha vahim olanı herkesin üzerinde anlaştığı ve iktidarın defalarca uyarılmasına rağmen yapısal reformlar konusunda hiçbir girişiminin olmamasıdır. Bırakın yapısal reformların ciddiye alınmasını bunları teklif edenler dahi iktidar ve yandaşları tarafından linç edilmiştir.
Ekonomi alanında son on yılda yaşananlar ülkeyi çok zor bir durumla karşı karşıya bırakmıştır. Bunların en başında başlıca görevi enflasyonla mücadele etmek olan Merkez Bankasının Cumhurbaşkanlığının müdahaleleri sonucunda bağımsızlığını kaybetmesi gelmektedir. Aslında ekonomideki denetim ve denge mekanizmaları etkinlikleri yitirmiş, BDDK, SPK ve devlet bankaları iktidarın emrine girmiştir. Ekonomi yönetimi “faiz neden enflasyon sonuç” gibi dünyada hiç kabul görmeyen bir politika takip ederek ülkeyi iflasın eşiğine getirmiştir. Yanlış ekonomi politikalarının sonuçları o kadar yıkıcı olmuştur ki kurtarıcı olarak getirilen Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in bütün çabalarına rağmen çok az bir iyileşme sağlanabilmiştir.
Belki bütün bu gelişmelerden daha vahim olanı herkesin üzerinde anlaştığı ve iktidarın defalarca uyarılmasına rağmen yapısal reformlar konusunda hiçbir girişiminin olmamasıdır. Bunları teklif edenler dahi iktidar ve yandaşları tarafından linç edilmiştir.
Ekonomide ülkenin durumunu fazla detaya girmeden yansıtmanın bir yolu Eğilmez’in (2022) işaret ettiği gibi “bir ekonominin refah ve sağlık durumunu en iyi özetleyen üç göstergeye” bakmaktır: Bunlar kişi başına düşen milli gelir, enflasyon ve işsizliktir.[1]
Gerçekten nerede durduğumuzun saptanması açısından aşağıdaki grafik[2], 1950’li yıllarda savaştan çıkmış ve hiçbir şeyi olmayan Güney Kore ile Türkiye’nin kişi başına düşen milli gelirini özetlemektedir. 1980’de her iki ülke 5000 doların altında kişi başına düşen milli gelire sahipken, 2022 yılında Güney Kore 30.000 doların üzerine çıkmış ülkemizin kişi başına düşen milli geliri ise 9528 dolarda kalmıştır. Üstelik 2013’de 12495 dolar olan kişi başına düşen milli gelirde o günden bu yana ciddi bir düşüş yaşanmıştır.
Enflasyondaki gelişmeler aşağıdaki grafikte görülmektedir. Özellikle 2019 yılından sonraki yükseliş içinde bulunduğumuz vahim duruma işaret etmektedir. Ülkemiz yüksek enflasyonda maalesef dünya ülkeleri arasında altıncı, OECD ülkeleri arasında ilk sırada bulunmaktadır.
Daha iyi görülmesi bakımında ülkenin işsizlikteki durumu yakın zamana kadar beğenmediğimiz komşu ülkelerdeki işsizlikle karşılaştırmalı olarak verilmiştir.
Görüldüğü gibi Türkiye en yüksek işsizlik oranına sahiptir. 2000’li yılların başında en az işsizlik oranına sahip Türkiye 22 yıl sonra diğer ülkeler işsizliklerini azaltırken en yüksek işsizliğe sahip ülke konumuna düşmüştür. Eğilmez bu dönemi şöyle tanımlamaktadır: “AKP’nin 20 yıllık uzun ve tek başına iktidarı ne yazık ki ülkeyi ekonomik olarak içinde yer aldığı gelişmekte olan ülkeler arasında oldukça geri sıralara düşürmüş bulunuyor. Türkiye henüz 2001’deki gibi büyük çaplı işsizlik görmediği ve geçmişten beri yüksek enflasyonla yaşadığı için insanlar içinde bulunulan ve giderek kötüye giden ekonomik durumu bir kriz olarak görmüyorlar.” (2023)
Değinilecek son konu evvelden beri ülkemizde var olan ancak AKP’nin verdiği güven ve destekle cesaretlenerek daha görünür hale gelen tarikatlardır. İslâm’ın ilk dönemlerinde üstlendikleri Müslümanları aydınlatmak ve onlara ibadetlerinde yardım etmek ile meşgul olan tarikatlar daha sonraları bu hizmet sınırının dışına çıkarak amaçlarından sapmışlardır. Müslümanlara (genelde eğitimsiz oldukları için) dini kendi kendilerine öğrenemeyeceklerini ve dinin sırlarını (?) bilen öğreticilere ihtiyaçları oldukları düşüncesini kabul ettirmişler ve böylelikle tarikat şeyhi, gavs vs. gibi isimler altında bir ruhban sınıfının ortaya çıkmasına sebebiyet vermişlerdir. Daha sonraları tarikat liderleri kendilerine saf duygularla yaklaşan bu insanlardan maddi ve manevi her bakımdan faydalanma yoluna gitmişler ve AKP iktidarının kesinlikle denetlememesi nedeniyle birer holding gibi çalışmaya başlamışlardır. Bırakın denetlemeyi üniversite yurtları meselesinde görüldüğü gibi yeterli yurt yapmayarak üniversite gençliğinin bir bölümünü tarikat yurtlarına mahkûm etmişler ve etmeye devam etmektedirler. Tarikatlar kazandıkları maddi manevi destekle ve güçle bürokrasiye nüfuz etmiş ve devlet bürokrasisini paylaşarak kendi tarikat mensuplarına menfaat sağlayan kurumlar haline getirmişlerdir. Bugün pek çok bakanlıkta maalesef bu tarikat mensuplarını görmek hatta aralarındaki güç çatışmalarına şahit olmak mümkündür. Ne acıdır ki devlette işe girmek veya atanmak için objektif kriterler ve liyakat aranacağına tarikat şeyhlerinin tavassutları aranmaktadır.
Tarikatların aslında en büyük zararı İslâm dinine sonra da neye inanacağına karar vermede zorlanan insanlara olmaktadır. Hz. Peygamberimizin öbür dünyada kızına bile yardım edemeyeceği Kuran’da yer almasına rağmen, tarikat şeyhleri müritlerine cenneti vaat etmektedir. Güçlü konumlarını devam ettirmek isteyen tarikat liderleri en büyük zararı İslâm dinine sonra da eğitimsiz Müslümanlara vermektedir. Dini pratikleri denetlemek asli görevi olan Diyanet İşleri Başkanlığı da bütün bu gelişmeleri sessizce seyretmektedir. Seçimlerde AKP’ye destek veren tarikatlar böylece bu destekleri nedeniyle hiçbir denetlemeye tabi olmadan ve her gün mürit sayılarını artırarak yollarına devam etmektedirler.
Ülkemiz sadece yukarıda kısaca değinilen siyasi, ekonomik ve dini alanda değil hemen her alanda istenilen konumda olmaktan oldukça uzaktır. Aşağıda farklı konularda dünyada kullanılan bazı endekslerdeki yerimiz verilmektedir.
Dünya Endekslerinde Türkiye’nin Konumu
Endeks | Sıralama | Ülke Sayısı | Yıl | Kaynak |
Dünya Mutluluk Raporu | 104 | 149 | 2021 | Birleşmiş Milletler (UN) |
Küresel Cinsiyet Uçurumu Endeksi | 129 | 146 | 2022 | Dünya Ekonomik Forumu (WEF) |
Daha İyi Yaşam Endeksi | 35 | 38 | 2018-20 | OECD |
İnsani Gelişme Endeksi | 48 | 191 | 2022 | BM Kalkınma Fonu (UNDP) |
Demokrasi Endeksi | 103 | 167 | 2023 | The Economist EIU |
Yargı Bağımsızlığı | 111 | 140 | 2018-20 | Dünya Ekonomik Forumu (WEF) |
Hukukun Üstünlüğü Endeksi | 116 | 140 | 2022 | Dünya Adalet Projesi (JWP) |
Küresel Rekabet Endeksi | 62 | 141 | 2022 | Dünya Ekonomik Forumu |
İş Yapma Kolaylığı Endeksi | 55 | 190 | 2021 | Dünya Bankası (WB) |
Ekonomik Özgürlük Endeksi | 112 | 165 | 2020 | Fraser Institute |
Sefalet Endeksi | 10 | 157 | 2022 | Dünya Sefalet Endeksi |
Yolsuzluk Algı Endeksi | 101 | 180 | 2022 | Uluslararası Şeffaflık Örgütü (Transparency International |
İslâmilik Endeksi | 100 | 149 | 2022 | Islamicity Foundation |
İnsani gelişme Endeksi, Küresel Rekabet Endeksi ve İş Yapma Kolaylığı Endeksi hariç Türkiye bütün endekslerde hep sıralamaların alt kısımlarında yer almaktadır. Türkiye; Birleşmiş Milletler Kalkınma Fonu tarafından geliştirilen endekste 191 ülke arasında 48., Küresel Rekabet Endeksinde 141 ülke arasında 62. ve İş Yapma Kolaylığı Endeksinde 190 ülke arasında 55. sırada yer almaktadır. Sefalet Endeksi yanıltıcı olabilir. Bu endeks 157 ülke arasında en sefil 10. ülke olduğumuza işaret etmektedir.
Ülke açısından daha kritik olan Demokrasi Endeksinde 167 ülke arasında 103. sırada, Yargı Bağımsızlığı Endeksinde 140 ülke arasında 111. sırada ve Hukukun Üstünlüğü Endeksinde 140 ülke arasında 116. sırada bulunmaktır. Kabul edilmesi gereken gerçek bu üç konuda ülkenin çok geri olması ve bu konularda ilerleme kaydedilmediği müddetçe ülkenin hiçbir sorununu çözemeyeceğidir. İktidara yakın çevreler elbette bunun mümkün olacağını söyleyebilirler. Evet mümkün olabilir ancak o zaman ülke demokrasinin, insan haklarının ve hukukun üstünlüğünün olmadığı Rusya, Çin veya Kuzey Kore gibi bir ülke olur.
Yolsuzluk Algı Endeksi aslında hukuksuzluktan kaynaklanan ve ülkede uzun zamandır devam eden yolsuzluklar, mafyalaşma, kara para aklama gibi olumsuz süreçleri başarıyla yakalamış gözükmektedir. Nitekim Türkiye, 180 ülke arasında 101. sıradadır.
En şaşırtıcı sıralama İslâmilik Endeksinde görülmektedir. 149 ülke arasında 100. sırada bulunan Türkiye’nin, endeksi yaratanların 2021 yılı raporunda son beş yılda gerilemekte olduğu vurgulanmıştır.
Nereye bakarsanız sıkıntılı durumlar var. Bu kadar insan kaynağı ve tabii zenginliği olan ülke iyi yönetilseydi nerede olurdu sorusunu sormak kahredici geliyor ve sorulmuyor. Yöneticilerin beceriksizliği hepimizin yaşamını etkiliyor. Sadece beceriksizlikleri değil cehaletleri ki kolayca tamir edilmesi mümkün değil, insanları ümitsizliğe sevk ediyor. Eğitimli olan pek çok insanın psikolojileri bozulmuş durumda. Nasıl oldu da işler bu raddeye geldi diye düşünenler suçu en sonunda ülkede olan biteni anlamayan eğitimsiz topluma yüklüyor.
Artık insanlar eskiden olduğundan çok fazla ülkelerini bırakıp başka ülkelere gitmeyi düşünüyorlar. Nitekim son yıllarda zor yetişen değerli insan kaynağının yurt dışına çıkışı hızlanmıştır. Burada kalan ve bahsedilen baskılar altında ezilen halk kaderleriymişçesine bu durumu kabullenmiş ve sessizce beklemektedirler.
Türk toplumu bugün bir cendere içerisindedir. Hak hukuk ve adalet yok olmuş, insan hakları ve en basit özgürlükler dahi sınırlanmış, insanlar yarın başlarına ne geleceğinden endişe duyar ve korkar duruma gelmişlerdir. Artık orta yerlerde konuşmak bile bir cesaret işi sayılmaktadır. İktidarı ve özellikle Recep Tayyip Erdoğan’ı eleştirenler bir şekilde cezalandırılmaktadır. Medyanın neredeyse tamamı iktidarın emrinde yayın yapmakta, sisteme yönelik hiçbir eleştirinin halka duyurulmasına müsaade edilmemektedir. Muhalefet yapan medya en olmaz nedenlerle çok ağır şekilde cezalandırılmakta ve işlerini yapmalarına mani olunmaktadır.
Ülkede bütün kararlar bir kişi tarafından alınmaktadır. Ne kuvvetler ayrılığı ne de kontrol mekanizmaları çalışmaktadır. Bu nedenle çıkarılan KHK’lar sık sık değiştirilmektedir.
Ekonomide zamlar insanları bıktırmış ve hayatı zevk alınmaz hale getirmiştir. İnsanlarımızın üçte biri zaten fakir olduğu için kötü ekonomiden az etkilenmekte ve bu durumu normal karşılamaktadır. Ancak 10 yıl önce yeşermeye başlayan orta sınıf bugünlerde yok olmak üzeredir. Evvelden çok sıkıntıya girmeden yapılan yatırımlar (bir ev ve bir araba almak gibi) artık hayal olmaktadır. İnsanlar ellerindeki üç beş kredi kartıyla borç içinde yaşamaktadırlar. İstanbul gibi büyük şehirlerde aldıkları parayla geçinemeyenler daha küçük yerlere göç etmeye başlamışlardır. Devlet memurları bu gibi büyük şehirlerde görev yapmaktan imtina eder olmuşlardır.
Diğer yandan kendilerini tarikat olarak tanıtan guruplar iktidarın sağladığı destekle pervasızca büyümekte ve devlet mekanizmasının her köşesine sızmaktadır. Orijinal kuruluş amaçlarının dışına çıkan tarikatların bugünkü durumları sorgulanmalıdır. Burada üç konu öne çıkar. İlki, tarikatlar, İslâm’ın özünde bulunan şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkesine aykırıdır. Tarikatlar genellikle kapalı bir yapıya sahiptir ve bu nedenle faaliyetlerine dışarıdan müdahale edilmesi mümkün değildir. Bu durum, tarikatların yanlış uygulamalarına karşı denetimi zorlaştırır. İkincisi, tarikatlar, İslâm’ın eşitlik ilkesine aykırıdır. Tarikatlar, genellikle bir mürşide bağlılık üzerine kuruludur. Bu durum, tarikat mensupları arasında bir hiyerarşik düzenin oluşmasına neden olur. Bu düzen, tarikat mensupları arasında eşitsizliklere ve ayrımcılığa yol açabilir. Üçüncüsü, tarikatlar, İslâm’ın birlik ve beraberlik ilkesine aykırıdır. Tarikatlar, genellikle kendi içlerinde kapalı bir yapıya sahip oldukları için, diğer tarikatlarla veya İslâm cemaati ile çatışmalara yol açabilirler. Bu durum, İslâm dünyasında birlik ve beraberliğin bozulmasına neden olabilir. Son İsrail-Hamas savaşı Müslümanlar arasında bir birliğin olmadığını göstermiştir. Müslümanlar arasında birliği zayıflatan unsurlardan birisi de tarikatçılık olarak görülmektedir.
Ülkemizde tarikatların en açık etkisi işe alım veya işte yükselmelerde görülmektedir. Tarikat şeyhinden veya ileri geleninden referans almak kural haline gelmiştir. Bu uygulama ölen liyakat tabutuna çakılan son çividir. İkinci etki üniversite öğrencilerinin barınma sorunlarının çözümünde görülür. Devlet yeteri kadar yurt yapmayarak tarikatlara yer açmaktadır ve gençleri tarikatların kucağına atmaktadır. Üçüncü etki tarikatların açtıkları kuran kursları ile çocukların ve gençlerin tarikatlara çekilmesi ki bu durum sadece tarikatların güçlenmesini sağlamaz aynı zamanda kaliteli din öğretimi sağlanmaması nedeniyle cahil kalmalarına neden olur. On yıllardan beri Kuran-ı Kerimi Arapçayı bilmeden yüzünden okumayı öğretenler nedense önce Türkçe Kuran mealini öğretmeyi ve İslâm’ı çocukların ana dillerinde, Türkçe anlatmayı bir türlü akıllarına getirememektedir. Bu uygulama çocukların zekâ ve vakitlerini heba etmek anlamına gelir. Bu uygulamada ısrar etmenin asıl nedeni insanların İslâm’ı öğrenmesini önleyip mevcut statünün devamını sağlamaktır. İslam’ı öğrenen insanların ne tarikatlara ne de ruhban sınıfına ihtiyacı olmayacağı açıktır. Bunlar da hemen görülmeyen ama toplumun dini konudaki cehaletini devam ettiren iktidar mekanizmalarıdır.
BİTİRİRKEN
Bu kadar sorun; eğitimli, düşünen ve işlerin iyi gitmediğinin farkında olanlar için ağır ve kahredici gelmektedir. Artık insanlar eskiden olduğundan çok fazla ülkelerini bırakıp başka ülkelere gitmeyi düşünüyorlar. Nitekim son yıllarda zor yetişen değerli insan kaynağının yurt dışına çıkışı hızlanmıştır. Burada kalan ve bahsedilen baskılar altında ezilen halk kaderleriymişçesine bu durumu kabullenmiş ve sessizce beklemektedirler. Bu kahredici sessizlik vahim olan durumu daha da ümitsiz hale getirmektedir.
Yusuf Ziya Özcan, Prof. Dr., Eski YÖK Başkanı
Kaynakça:
Eğilmez, M. (2023). “AKP Ekonomisinin 20 Yılı”, AKP Ekonomisinin 20 Yılı (mahfiegilmez.com)
Eğilmez, M. (2022). Yapısal reformlar ve Türkiye, Remzi Kitapevi
Eğilmez, M. Kendime Yazılar, Blog. Kendime Yazılar (mahfiegilmez.com)
[1] Eğilmez, M. (2022) Yapısal reformlar ve Türkiye, Remzi Kitapevi
2] Grafikler Mahfi Eğilmez’in blogunda verilen çeşitli yazılarından alınmıştır. https://www.mahfiegilmez.com/
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.