AŞK VE İNSAN
Aşk, insan ruhunun en eski, en yeni ve en sonsuz halidir. Halden hale evirir, çevirir, değiştirir ve dönüştürür aşk.
Bazen bir bakışın içine sığar ve bazen koca bir ömür yetmez anlatmaya. Dil, çoğu zaman yetersizdir aşka karşın direnmeye! Çünkü aşk, sözcüklerden önce geldiği gibi sözcüklere, açık ara galiptir!
İnsan, aşkla doğar ve daha konuşmayı öğrenmeden aşkı bilir, tadar ve yaşar anne kucağın da, doğanın kucağında, gözlerdeki ilk ışıkta saf, bakir ve tertemiz…
Aşk, bazen bir özlemin adıdır; kavuşulamayanla büyür. Kavuşamadıkça özlem ve yanık bir yürek ile büyüdükçe büyür, tek düşmanı vardır, vuslat! Kavuşamadıkça, uzayıp uzaklaştıkça olgunlaşır aşk!
Bazen bir sabrın adıdır aşk. Susmanın, beklemenin ve vazgeçmemenin inceliğinde, çaresizliğinde yeşerir. Ve bazen de bir yanıştır; insanı kül eder, sonra o küllerden yeniden doğurur aşk…
Aşk, insana kendini unutturur. Kendini unutur insan, zira orada artık siz değil, O’nun galibiyeti vardır ve siz ‘O’nda yeşerir, O’nda var olur ve O’nda ölürsünüz. Bu sebeple Aşk’a dair bir düşman tanımlayacaksak şayet, direk, duraksız ve şüphesiz ‘’ Bencillik ‘’ diyebiliriz korkmadan.
Aşk, siler “Ben”i ve “Biz”i kalın yazar ve silinmez kılar kalbin defterine. Kimi zaman sessizdir aşk, kimi zaman gürültülü. Sessizken içten içe büyür, gürültülü olduğunda, önüne geleni yakar ve yıkar aşk. Ama hangi haliyle gelirse gelsin, insana hep aynı şeyi fısıldar: “Yaşıyorsun.”
Çok özeldir Aşk ve bu sebeple onu tarif etmeye çalıştıkça, eksiltiriz, anlam dünyasında ki kaymaların katili oluveririz. Ve sebeple aşk, tarifi değil, yaşanmayı esas alır ve onun Anayasasının baş maddesi de yine budur, yaşamak ve yaşatmak!
Aşk ve Aşkı yaşadıkça çoğaltırız.
Aşkın Sızılı Yankısı
Aşk, insanlığın en eski şarkısıdır; zamanın ve mekânın ötesinde söylenir. İlk insanın gözlerine düşen ışıkla başlar, son nefeste bile tükenmez. Çünkü aşk, yalnızca bir duygu değil; varoluşun kendisidir.
Bir bakışta, göz kısıklığında doğar çoğu zaman. Sessiz, çekingen, ürkek, kırgın ve kırık bir gülüşten, ansızın çarpan bir kalp atışından. Öylesine basit görünen anlarda, insanın iç dünyasında koca bir evren uyanır. İşte o evren, adı konulamayan sırlarla doludur.
Aşk, insana bir ayna tutar. O aynada, sadece sevdiğini değil, kendi eksiklerini de görür. Bir başkasını sevmek, aslında kendi derinliklerini keşfetmektir. İnsan, aşkın içinde hem kendine yaklaşır hem kendinden uzaklaşır; hem küçülür hem büyür. Dedik ya aşk, döndürdükçe döndürür, dönüştürdükçe dönüştürür diye…
Ne var ki aşk, mutluluğun değil, acının öğretmenidir.
Kavuşmak değil! Ayrılık, erime, özlem, içe çöküştür aşkın dili! Ve bu yüzden aşkın bir diğer adıdır, İnce Dert!
Hasretle, özlemle ve ince dertle yanmayı, direnmeyi, yola revan olurken dağ ve kül ile karşı karşıya kalmayı ve bazen vazgeçmeyi öğretir aşk. Ama en sonunda hep aynı gerçeği gösterir: Aşk, insanı dönüştürür.
Belki de bu yüzden filozoflar, şairler, dervişler ve âşıklar aynı noktada buluşur: Aşk, yalnızca bir insana değil, varlığa, hayata, hatta Tanrı’ya duyulan büyük bir çağrıdır. İnsan kalbi, bu çağrının en saf yankısını taşır.
Ve dostum, aşkın sırrı tam da buradadır: O hiçbir zaman tam anlamıyla tarif edilemez. Çünkü aşk, anlatıldıkça eksilir; yaşandıkça çoğalır.
Aşkın Hakikati
İnsanoğlunun kalbine dokunan en kadim ve en derin hakikat şüphesiz ki aşktır. Aşk, zamanın ötesinde bir sır, mekânın ötesinde bir yankıdır. Tarihin her çağında, her coğrafyada, her dilde, dile getirilmiştir aşk.
Şairlerin mısralarına, filozofların düşüncelerine, dervişlerin nefeslerine konu olmuştur aşk. Çünkü aşk, yalnızca bireysel ve yavan bir cins ilişkisi, salt bir duygu tepkimesi değil, varoluşun özünü yansıtan öz ve tözün evrensel bir tecrübesi ve tercümesidir aşk.
Aşk, lüks ve konforlu alan ve sınırlar içerisine sığmayacak kadar büyük olması hasebiyle çoğu zaman basit bir bakışta, tebessümde, bir göz pınarında sızan damlacığı rahim edinir aşk.
Aşk, insana, kendi hakikatini keşfettirdiği an, maşuk ile âşık arasında ki dünyevi ilişki, tüm büyüsünü yitirir. Artık orada zaman ve mekân ilişkisi tamamen ölmüştür.
.Aşk, sevinçle ilişki kurmayı hiçbir zaman yakıştırmamıştır kendisine. O, hep özlemi, acıyı, sancıyı yoldaş edinmiştir kendisine. Kavuşma değil, sadece ayrılığı barındırır ve büyütür içinde.
Zaten hüznüyle, acı, sancı ve divane özelliğiyle olgunlaştırmıyor mu insanı?
Aşk, sabrı öğretir, fedakârlığı öğretir; kısacası, insanı insan yapan en büyük imtihanlardan biridir aşk.
Sonuç olarak aşk, kelam değil, bir hal ilişkisidir ve söze sığmayan, kaleme boyun eğmeyen bir hakikattir. O, tanımlandıkça eksilir; yaşandıkça çoğalır. Bu sebeple aşk üzerine yazılan her şey, aslında eksik bir denemedir; çünkü aşk, yazılmak için değil, yaşanmak için vardır.
.
Celaleddin’i Rumi’nin ifadesiyle “Aşk, bizi bizden alır, sana götürür.”
BU YÜZDEN BEN, EN ÇOKTA AŞK'IN KENDİSİNE AŞIĞIM...!