AHH İNSAN AHH!
Ne olmalı insan, nasıl bakmalı hayata ve onu yaşarken elinde ki kıstasın, standart ve mihengin nelerden müteşekkil olduğunu bilmeli insan. İnsan olmanın illaki bir satandarda bağlı ve bir mihenginin olması gerektiği yüksek şuuru ile var olmalı ve var kılmalı hayatı.
İnsan, egoist bir dürtü ile istifleyen değil ama aynı zaman da ince bir işçilik ve ustalık ile kendisini tavaf etmesini bilmelidir de bir diğer taraftan.
Umutların, kol ve kanadını kıran çetrefelli hülyaları olmalı insanın. İçine çökmeden ama alabildiğine hırpalanmış, örselenmiş, yorulmuş ama bitip tükenmemiş ve dolayısıyla bir başka umudu, heyecanı ve yürünmesi gereken yolu alıp önüne bir daha dirilebilmeli insan…
Bir kuşun minicik gagası ile ve binlerce kez uçup uçup ve yine o küçücük gagası ile erinmeden, üşünmeden, inat ve inançla yuvasını yapışında ki motivasyon, bitip tükendim dedirten psikolojiye yine ve yeniden motivasyon kaynağı, enerji ve yakıt yapmasını bilmelidir insana…
Kötü olmadan kötülüğün ne olduğunu bilmeli insan. Yıkıntının ne olduğunu, bunalmanın, kaybetmenin, yitip gitmenin ne olduğunu bilirken bile örümceğin azmi ile yine ve yeniden doğrulabilmeli insan…
Günlük, aylık ya da haftalık aşkların, tutkuların, arzu ve dürtülerin de insana özgü davranışlar olduğunu ama bütün bunların insanı kemiren, harcayan, küçük düşüren ve salt tüketme dürtüsünden kaynaklı iç çökertenler olduğunu da bilmeli insan…
Nice canlara can ve nice ruhlara mekan olmanın yolunu bilmeli insan. Ruh, can ve mekan ilişkisinde ki raks edişi kıskanmalı ama asla uzak durmamalı, ayak uydurmalı, inceden inceye mevcut tılsıma, renk ve ahengin uyumuna bırakmalı kendisini insan…
Uzun, upuzun yılların, yolların ve ömrün korkunç bir yanılsama olduğunu unutmadan, alabildiğince anlamlı, kalıcı ve insani özellikler ile ince ince işlemeli her bir adımı ve alınan anlık nefesi ve dönüp bakıldığında hoş sada tadında izler bırakmalı insan…
Hayat, kendi kendisine iyi ya da kötü değildir, başrolde kendisinin oynadığını bilmeli insan. Sağ ve soluna ‘’ sizler fiğüransınız ‘’ bakışları atarak dalı kırmamalı, eciği ve böcüğü incitmeden ve da hi onlarsız bir hiç olduğunuda bilebilmelidir insan…
Bunca girift ilişki yumağını ve hengameyi yaşarda hayal kırıklıklarına, aldatmalara, kandırmalara, göz yaşlarına, telaşlara, vurup kırmalara, kırıp dökmelere bulaşmaz mı insan!? Ne ki, kin tutmanın hayatı hepten budamak olduğunu da unutmamalı insan…
Amaca bağlı olmayan, sağlam bir umut ile yanıp tutuşma ilişkisini kuramamış bir ruhun tüm çırpınışları nafiledir ve dolayısıyla ne yol tutabilir ne yolu tutturabilir. Amaçsız ve aşksız kalmamalıdır insan…
Deliliği, Montaigne’nin dediği gibi ‘’ özgür bir kafanın yiğitçe çıkışları, yüce, görülmedik bir erdemin ortaya attıklarıyla çok yakın kapı komşusudur ‘’ vurgusunun ana rahmi ama bir adım ötesinin sırat köprüsü olduğunu da kıymetlendirmiş olmalıdır insan…
Dikte etmenin, tahakküm kurmanın, dünyanın kendisi etrafında döndüğü zehabına kapılmanın, kendisinden sonrasının tufan ve en iyi kendisinin bildiği zannı, tüm değerleri öldüren en tatlı zehir olduğunu bir lahza aklından çıkarmamalıdır insan…
Hayatın, hep ama esaslı bir sınav olduğunu ve herkesin cevabını bildiği soruları ve cevaplarını yüksünmeden, iç çekmeden, ego ve ihtiraslarına kurban olmadan sağında ki ve solunda ki insanlar ile paylaşabilmeli zira gerek dünyanın ve gerekse cennetin herkese yeter olduğu şuurunu asla terk etmemeli insan…
Hepsi ama hepsi bi kenara ölüm ile özdeş ve ölüm ile kardeş olduğunu aklından asla ve kat’a çıkarmamalı insan. Koca dünyanın A’dan Z’ye bütün bunalımlarının, açmaz ve çıkmazının bir tek sebebinin ölümü öldüren sakat yaşam tarzının olduğunu alabildiğine DİRİ TUTMALIDIR İNSAN..
ÖLÜME İNANMIŞ, SİNDİRMİŞ VE ONUNLA YAŞAMIN TADINA VARMIŞ HERKESİN ÖLÜMSÜZ OLDUĞUNU HAYKIRIYORUM. ZİRA BEN ÖLÜME HAZIRIM…