ÇALAKALEM

ÇALAKALEM

Ne çok şey yazdık, konuştuk, söyledik ve dinledik…

Çalakalemdi birçoğu. Ama ben gözümden çok gönlümün ısırdığı cümleleri ve müellifleri ile kurmak istiyorum ahiret dostluğumu. Çalakalemdi dünya dostlukları ve ben gözümü komşum ile kurduğum racon dolayısıyla kaçıra dururken, yalıçapkını birçok zibidinin işgali gerçekleşiyordu hemen yanı başımda…

Avazım çıktığınca haykırıp itiraz edişlerim, işgal edilmiş ve bevledilen cami duvarları bile yine aynı caminin cemaati tarafından sessiz bir onaya tabi tutulmuş ve gecenin bir vakti kısık sesimle ben içimize çekiliyorduk…

Kızılcık değildi elbette ve bal gibi kan ve kırmızı kusarken dünyanın tam orta yerine, basıp geçen nice kursaksızlar ile bir başka akşamı karşılıyor olmanın üzerime üzerime gelişleri, omzuma bıraktığı utanç kabilinden ağır, çok ağır yük ile Tanrıya doğru bir içkinlik ve aşkınlık ilişkisi kurayım derken, sabote ediyor diğer taraftan Müslüman kılıklı yavşaklar…

Yere ve göğe sığdıramadıklarım ile kurduğum ve kurulmuş ilişkinin pamuk ipliği, isteklerim ile nefretlerim arasında ki amansız kavga, bir hoşçakala bile denk düşmeyen değersiz ayrılıklar ve yine puslu bir sabaha açılan kapı, girsem mi çıksam mı ? diye birbirimizi yediğimiz onca şey, beş kuruş bile etmezsiniz…

Bu kadar mı yanıldım!? Diye koca bir faturayı kendime keserken bile acımadığım ben, ummanında bir nokta bile olamadıklarıma duyduğum merhametin boyutu karşısında takındığım hırçınlık ve sonra daha bir bileylediğim sevgim…

Uzlaşmayı öğrendim belki de durduğum her noktada. Merhametimin hemen arkası bilmem kaçıncı kez yere gelmiş ve tuş olmuş sırtım, sevgim ve duygularım ile bir kez daha ayağa kalkmaya çalışırken sızlayan yaralarım, ektiğim tomurcukların filizlerine gebe umuduyla diriliyorum yine…

Ölüyorum belkide ve belkide kör kötürüm kalakalacağım bütün filizlerimle. Herkesle aynı geceye doğru yol alırken bile biliyorum benim karanlığım daha koyu. Bildiklerimin verdiği ağırlık daha bir koyu çalıyor karanlığıma…

Sinirliyim, asabi ve alabildiğine hırçın. Yıkmak istiyorum tüm duvarları ve ulaşmak istiyorum hepsine. Önüme geleni ve ulaştığım hak edenleri yıkık duvarlarım altında ezerken, tırnaklarım ile ulaşmak istiyorum her bir tekine. Sesimi duyan var mı nidası ne ahmakça! Ben hepsini görüyorum…

Ağamlı paşamlı, kurban olam’lı cümleleri terk edeli nice zaman oldu. Merhametim gereği küfrede ede haykırdığım tüm merhamet çağrılarıma şok içinde karşılık verenler ile en anlamlı duygu bağını kurarken, kabuk değil ceviz ile ilişki kurabildiklerim ile hemhal oluyorum artık

Güzel günler, güzel dünler ve yarınlar ile örüntü kurduğum bir avuç ile bir imparatorluk kuruyorum ağası biz, paşası biz ve marabası yine biz olan…

Büyük, çok büyük hallerimiz var bizim. Kavuşmak için kaçta uyanacağız değil, hiç uyumadığımız bir adanmışlık, her şeyimiz ile kuşatıyor bizi. Ucundan, kıyısı ve köşesinden birileri tutunsun ve kurtulsun diye apaçık ettiğim bütün fahişeler gerdan kırıveriyor gözlerimin içine baka baka…

Fahişeler, okuduğu sureler ve ayetlerle savaş veriyorken bana karşı, Tanrı ile göz göze geliyorum. Kitaba dair bildiklerim bir an buhar oluveriyor. Hele de arkalarında gördüğüm milyonlarında eşlik edişi yok mu !? Fahişeler, arkalarında ki milyonlar ve bir avuç ben cenk ediyoruz…

Fahişenin komutası altında ki milyonlar, Minarelerden mızrak edinmiş üzerime üzerime gelirken, gözlerinde ki kin, nefret ve kan kokusu tüm arşı teslim almış ve ben, kitap ve Tanrı ile bir kez daha göz göz geliyoruz…

Artık biliyorum yapay ve doğal arasında ki devasa farkı. Artık farkındayım ki sağırlar ve ölüler işitemezler. Ve öğrendim ki ölmüş olana yara acı vermez…

BİZ, BİR AVUÇ BİZ GİDİYORUZ…