”DİN TÜCCARI ŞAKLABANLAR YİNE İŞ BAŞINDA”
Depremle birlikte Malatya’nın en görkemli yerinde, şehrin tam orta merkezinde bulunan iki cami ( son derece masraflı Sünni kiliseleri ) de ağır hasar almıştı.
Durumları, konumları, işgal ettikleri büyüklük ve elbette işlevsizlikleri dolayısıyla mutlaka ve kesinlikle yıkılmaları gerekmekteydi.
Şehrin en merkezi konumunda yer alıyor olmaları hasebiyle ve aynı zaman da son derece büyük bir alanı işgal ediyor olmaları, çok büyük bir masraf teşkil etmeleri ve tüm bunların yanı sıra tekrar yapımına çok ciddi meblağların harcanacağını ve bütün bu harcamaların EN BAŞTA DİNEN ve sonra ekonomik, işlerlik, katkı ve değer üretme namına zerre kadar etki uyandırmayacağı dolayısıyla HARAMDIR, HARAMDIR VE HARAMDIR.
Derken son derece doğru, sağlıklı ve de en önemlisi dinen uygun bir icraat olan yıkılma kararı kılınmış.
Yıkım sonrası meydana çıkacak olan devasa alanın son derece önemli ve değerli olması hasebiyle ekonominin hareketlenmesi, iş, değer ve istihdam üretmesi bakımından ve şehrinde tekrar ayağa kalkması için muhteşem bir ayak olacağını hesaba katarsak eğer, son derece elzem ve hakikat içeren bir karardır.
Alınan ve üstelik DİNEN de son derece elzem olan bu karar, büyük çoğunluğu kendisini STK ve dini hassasiyeti(!) olan camia, cemaat, vakıf ve dernek diye YUTTURAN DİN TÜCCARLARI ( çok büyük bir çoğunluğunu böyledir zira yakinen tanırım ) bir araya gelmiş vaveyla koparıyor ve din elden gidiyor naraları atıyorlar.
İslam, bir aksiyon dinidir, bir eylem dinidir, bir itiraz bir başkaldırı dinidir. İslam bir ADALET dinidir. Yalanın, yanlışın, yağmanın, talanın ve zalimin karşısında durmayı, yaşanılan ve yaşatılan bütün zulümleri haykırmayı, toplumun haklarını savunmayı, mazlumun yanında durup zalim ile adalet bağlamında hesaplaşmayı birincil görev addeden dinin adıdır.
İslam, bu özellikleri dolayısıyla tüm dünya mazlumlarının korunduğu bir sığınak alanıdır. İslam, sadece insan, hayat ve hayatiyet üzerinden kendisini ihdas etmiş olması hasebiyle hayata en göbeğinden müdahale eder ve bu anlam da aksiyoner bireyler yetiştirme iddiasındadır.
Gelin görün ki İslam’ın bu hayati özelliği değil iki, on ikinci plana itilerek pasifleştirilmiş bir din haline getirilmiştir. Bu hin ve aşağılık proje sonrası sünepe, sessiz, etkisiz, yıkayan ve yalayan, kula kulluk eden insan türetilmiş, insan, hayat ve hayatiyetin özellik ve değeri beton duvarlara atfedilmiştir.
İnsan ve yaşam üzerine bina edilmiş İslam, taş ve duvar ehemmiyetine dönüştürülmüş ve beraberinde ihtişamlı, görkemli binalar kutsanmış ve tek amacı insan ve kaliteli bir yaşam vaaz eden din, bir katedral, kilise, cami, sinagog ve benzeri yapıların altında ezim ezim ezilmiştir.
Son derece orijinal bu plan MABED, ibadet, kulluk ve ihtişam kavramları ile albenileştirilerek piyasaya sürülmüş ve önemli bir kitlenin satın alınması sonrası din adamı, kanaat önderi, imam, müezzin, molla, mele, şeyh gibi ucube kavramlar ile entregre edilerek inananların ensesinde boza pişirme sürecine geçilmiştir.
Hayat, değer, özellik, anlam ve kutsaliyet, taş duvarlar ve istismarcılar üzerinden bina edilince üçüncü aşama devreye sokulmuştur. Tesbihat, zikir, Arapça tilavet ve namaz adı altında şuursuz, bilinçsiz, hissiz, zevksiz ve tamamen ölü ritüeller sonrası pasif, etkisiz, etliye ve sütlüye karışmayan meyyid müridler ( Müminler değil ) ihdas edilmiştir.
Dinamizm ile ilintisi tamamen kesilmiş bu müşteriler ( meyyit müritler ) ve eylemleri ne şehrin ne de ülkenin en küçük bir alanına bile müdahil olmanın çok uzağına düşürülmüşlerdir. Gençlerin, bu ölü mekân ile iletişim kuracak herhangi bir cazibesi kalmasın diye ödü kopan bu din adamı zümresi elinden geleni yapmış ve sadece ihtiyar kesimin çeşitli ninniler ile uyutulduğu mekânlara dönüştürülmüşlerdir.
Hayattan, insanı çekip aldığınız zaman nesi kalır? Ne gibi bir esprisi, değeri kalır yaşamın?! Kozmik dengenin tüm unsurlarının gerek başı ve gerekse sonuna baktığınız zaman insan ile kurduğu örüntünün ahengi ve birbirini tamamlayan düzeni, birbirinin ihtiyaçları üzerine kurgulanıp yaratıldığı keskin şekilde dikiliverir aklın ve realitenin önüne.
Realite ( DİN, HAYAT VE İNSAN ) bu denli keskin iken ve yaratılışında baş aktörünün insan ve onun anlamlı istifadesi iken görkemli ve ihtişamlı duvarla, son derece lüks ve israf türü süslemeler ile sabote edilmiştir.
DİN İNSAN VE YAŞAM, bir avuç din adamı kılıklı muhterisin birkaç dini kavram ile şehvet dürtüsünün birlikteliğinden türettikleri senkretik dine dönüştürülmüş ve elde edilen mal, mülk, servet, makam, mevki, etki ve yetkiye tekabül eden bütün güzellikler ve zenginlikler bu bir avuç müşrik muhterislerin elleri arasında döndürülüp durmuştur.
İçerisinde insanın, hayatın, adaletin, gençliğin, dinamizm ve eşitliğin, özgürlüğün, hakkaniyetin, zalim, mazlum ve başkaldırının olmadığı tamamen ölü sevici ve yetiştiricisi olan bu mekanlar ve istismarcısı din adamı kılıklı müşrikler; cari zulüm düzeni ile eşgüdüm çalışmaktadırlar.
Ülkenin A’dan Z’ye yağmalanmışlığı, zulumün ayyuka çıkmışlığı, yalanın, ihaleye fesadın, çalmanın, yolsuzluğun ve hırsızlığın rutin hale getirildiği; can, mal ve yaşam güvencesinin tamamen ortadan kalktığı böylesi bir fitne sürecinde üç maymunu oynayan din adamı kılıklı müşriklerden tık bile çıkmamış ve hatta bütün bu sorunların üzerini örten şer odaklarına dönüşmüşlerdir.
Cambaza bak cambaza oyunu bir kez daha sahnelenmiş ve insanların dikkati beş kuruş etmez taş duvarlara çevrilerek enkaz altında ki şehrin ve sakinlerinin geleceği yine ve bir kez daha yağma, yalan, hırsızlık, yolsuzluk ile inim inim inletilme sürecinin bir başka evresine sokulmuştur.
İki cami için yani buz taşlara, ruhsuz duvarlara, DİN, İNSAN VE HAYAT döngüsüne zerre kadar katkısı olmayan debdebe, şatafat, ihtişam ve dolayısıyla israf yuvalarına kıyamet koparan şaklabanlara dikkatle bakın tamamı Malatya’nın etini, sütünü, derisini ve kaymağını yiyen, köşeleri tutmuş ve köşeleri dönmüş kişi ve tip ve müşriklerden oluştuğunu net şekilde göreceksiniz.
MALATYA, GÖZÜM MALATYA KALK ARTIK AYAĞA…