DUYGUDAŞLIK
Duygudaşlık, kulağa hoş gelen, egomuza inceden bir cila çekip histerik dürtülerimizin şehevi volümüne
birkaç çentik atmaktadır. Elbette bütün katkıların tamamına menfi yaklaşmakta hakkaniyet içeren bir form
olmayacaktır.
Çok keskin, kalın ve fundamentalist bir çeperin varlığı ve bu varlığın gösterdiği yüksek direnç olumlu,
bilimsel, güncel ve çözüm üreten yaklaşımlara dahi ket vuran, akamete uğratan, kol ve kanadını kıran
kronik hastalıklarımızın başında gelmektedir.
İnsan, ideolojilerin, sav, tez, antitez ve türevleri olan çeşitli paradigmaların öznesi,çeşmesi ve kaynağı
iken, kimin ne amaçla söylediğine bakmaksızın kendi durduğu açıya doksanlık bir pas veriyorsa eğer,
ötesini irdelemeksizin ortadaki söylemin sadık köleleri oluveriyorlar.
Duygudaşlığın kendi içerisinde bir nektar kabilinden sakladığı tat, zevk, haz ve bütün bunlardan kaynaklı
kozmik bir gizem, işte bu bahsini yaptığımız içten, sadık, kadim ve hükümran köleliğin membaıdır.
Endişe ve kuşkuların oluşması bir kenara hücümuna uğramak akla dahi gelebilir olasılık değildir. Durulan
yer ve pas verilen açı, muhatabına arınmış ve kurtulmuş (!) hissiyatını kuşkusuzluk paketini muhteşem
bir ambalajla sunuvermektedir.
Elemler, ızdıraplar, sancılar ve kıvranışlar süküta uğramış; Tatmin ve kurtulmuşluk hissiyatının
oluşturduğu güvence bir başka dünyanın / dünyaların ve kapıların varlığına olan düşünceyi kökünden
kazımakta ve kapatmaktadır.
Bu kalıp, kadim ve hükümran yasa, aksi yönde gelecek her türlü söylemin yazı ve eylemin ajitatif ve
ajitatör tanım ve tespitine kurban edileceğine olan kuşku ve olasılığı da aynı oranda kökünden
tırpanlamaktadır.
Boğuk, yılgın ve asabiyetin teslim aldığı bu duygu, kendisine eşlik edecek daşlığa hayat hakkı
vermezken, bir diğer taraftan yalnızlığın, anlaşılamamışlığın kabullenilmemişliğin ve benimsenmemişliğin
ızdırabını duyan bir çelişkiyi dışa vurmayada engel olamamaktadır.
Oysa çıkılan yol, varılmak istenilen hedef ve mücadelesi verilen şeyin anlam ve mahiyeti bütün esprisini
yitirmiş ve fundamentalizmin bencil, egoist ve ahlaksız çarkının dişlileri arasında heba olup gitmiştir.
Aşırı yorulmuş ve her bakımdan aşırı yontulmuş, aşırı yıpranmış ve aşırı zorlanmış insan ve insani
melekeler, dıştan gelecek olumlu tepkimeler veya kendisine batıracağı uyarıcı bir iğne dürtüsü ile ayılma
ve vehametin farkına varma evresiyle arasını haylice açmıştır artık.
Issız, çorak, yeşilden ari, susuz, göz ve gönül tırmalayan bütün kasvetiyle çöktüğü insan ve insanlığın
nefes alan tüm koridorlarına kaya misali tıkaç görevini üstlenmiştir.
Çökmüş ve kurumuş tenlerinde hiçbir hayat emare ve belirtisi olmayan bu yığınlar, bitkisel hayatın tüm
ağırlığına rağmen insana dönük canlılığa, dinamizm ve renge dair takındıkları ketum tavırları dolayısıyla
baltayı yine kendilerine ve üstelik aynı yere indirmekten yana gecikmemiştirler.
küflü, hacimsiz, tat ve lezzetten nasipsiz, girişi ve çıkışı tek kapı olan bu zihniyet, asli itibariyle kendisini
savunanların cellatı olmasına rağmen kederli algı, kederli açı ve alanın anlık, doksan derecelik atışındaki
başarı, göz ve gönül körlüğünün başat amili olmuştur.
Sert, çirkin, köşeli ve uyumsuz bu hayat,dar ve müsamahasız olması dolayısıyla kendisinden başkasına
tanımadığı hayatı kendisinede zehir etmiştir.
Duygudaşlık, salt bir terim olmanın dışında hayat hakkı bulamamış kadük ve kısır bir döngünün
merhamet gösterilmemiş yetim evladıdır.