ENFLASYON, “SADECE ENFLASYONDAN MI İBARETTİR?”
Neden bazı ülkelerde enflasyon %2-3’lerin üzerine, hele iki haneli rakamlara hiç çıkmazken, Türkiye’de ve bazı ülkelerde iki haneli rakamlardan aşağıya hiç inmiyor; hatta bazen üç haneli rakamlar düzeyinde seyrediyor?
Sürekli yüksek enflasyonla yaşayan Türkiye gibi ülkelerle, enflasyon oranları çok düşük seyreden, hatta bazı yıllarda eksi enflasyon veren ülkeleri birbirinden ayıran ortak özellikler nelerdir?
Burada öncelikle odaklanılması gereken temel nokta, enflasyonun; klasik tanımındaki gibi sadece “mal ve hizmetlerin genel fiyat düzeyinin sürekli artması sonucu, paranın satın alma gücünün azalması” şeklinde ifade edilecek kadar basit ve yüzeysel bir olgu olmadığı gerçeğidir.
Enflasyona yol açan temel sebebin ne olduğu sorusunu sorduğumuzda, verilecek cevap; “toplumda mal ve hizmetlere yönelik toplam talebin üretim kapasitesini aşması, yani para arzının piyasaya arzedilen mal ve hizmet miktarına göre daha hızlı artmasıdır.” Daha özlü bir anlatımla “piyasaya sunulan mal ve hizmet üretiminin, mal ve hizmete yönelik satınalma talebinden daha az olmasıdır. İki kelime ile söylemek istersek “üretim yetersizliğidir.”
Ancak, bu cevap her şeyi anlatıyor mu?
Hayır.
Önce 2024 yılı verilerine göre, dünyada ekonomileri sorunlu ve enflasyon oranları en yüksek 10 ülke ile; ekonomileri dengeli ve enflasyon oranları en düşük 10 ülkeyi ortaya koyalım:
Enflasyonu en yüksek 10 ülke:
Venezuela %254,9, Sudan %138,8, Zimbabwe %104,7, Güney Sudan %91,4, Türkiye %58,5, İran %31,7, Sierra Leone %28,6, Angola %28,2, Mısır %23,4, Surinam %16,2.
Enflasyonu en düşük 10 gelişmiş ülke:
İsviçre %1,4, Finlandiya %1,7, İtalya %1,9, Fransa %2,0, Danimarka %2,1, Hollanda %2,3, İsveç %2,4, Avusturya %2,5, Almanya %2,6, Japonya %2,6.
Enflasyonun neden yüksek veya düşük seyrettiğini, genellikle ekonominin temel kanunları ve prensipleri çerçevesinde; arz ve talep dengesi, para arzı, mali disiplin, dış ticaret dengesi, üretim kapasitesi gibi ekonomik unsurlarla ve döngülerle analiz ederiz. Ancak bu açıklama, enflasyon olgusunun hemen altında yatan temel ekonomik dinamikleri ve piyasaya fiyat artışlarıyla yansıyan kısa süreli işleyiş süreçlerini ortaya koyuyor.
Bu bağlamda enflasyon, aslında çok katmanlı ve karmaşık toplumsal, siyasal idari ve sosyo-kültürel dinamiklerin ve yapısal yetmezliklerin doğal sonucu olarak ekonomik hayatta ve piyasaların işleyişinde ortaya çıkan ve kendini gösteren bir olgudur. Toplumun piyasalarda hissettiği enflasyon, sorunun yalnızca dışa yansıyan ekonomik yüzeyini gösterir. Asıl farkı oluşturan, her ülkenin toplumsal kültürü, kurumsal düzeni, siyasal yapısı, üretim zihniyeti, çalışma disiplini, hukuk sistemi, ahlaki normları ve yönetişim kalitesi gibi daha derin yapısal nitelikteki karakteristiklerle ilgilidir.
Bu nedenle iki gurup ülke arasındaki farkı açıklarken, yalnızca ekonomik değişkenleri değil; şu tür parametreleri de göz önünde bulundurmak gerekir:
-Toplumsal yapı ve kültürel değerler,
-Siyasal rejimlerin niteliği ve otorite düzeni,
-Demokrasinin işleyişi ve hesap verebilirlik düzeyi,
-Hukuk düzeninin gücü ve yasaların herkese eşit uygulanıp uygulanmadığı,
-Liyakat, ehliyet ve uzmanlığa verilen önem,
-Doğruluk, şeffaflık ve gerçeklikle kurulan ilişki,
-Çalışma disiplini ve üretim kültürü,
-Bilimsel ve teknolojik gelişmişlik düzeyi,
-Kurallara ve ortak normlara bağlılık,
-İllegal örgütlerin, mafya veya yolsuzluk ağlarının varlığı ya da yokluğu.
Tüm bu faktörler, bir ülkenin ekonomik yapısı üzerinde doğrudan veya dolaylı biçimde belirleyici etkiye sahiptir. Dolayısıyla, enflasyon oranları ile bu parametreler arasında anlamlı bir ilişki vardır.
Şimdi buna göre, Türkiyenin de içlerinde bulunduğu iki gurup ülkenin özelliklerini ortaya koyalım:
1. Enflasyonun Yüksek Olduğu Ülkelerin Ortak Yapısal Özellikleri:
-Kısa vadeli çıkar ve günü kurtarma kültürü,
-Kurumsal güvensizlik ve “devletle ihtiyatlı ve mesafeli yaşama” alışkanlığı,
-Rasyonel hesap yerine, sezgisel ve duygusal karar alışkanlığı,
-Kolektif hafızada krizlerin sürekliliği,
-Otoriter ve kişiselliğe dayalı yönetim kültürü,
-Emek, üretime saygı ve liyakat yerine; sadakat, kayırmacılık ve bağlantı kültürü,
-Gerçekle yüzleşmekten kaçınma ve kozmetik istikrar,
-Kolektif kazanç ve kamu yararı yerine, bireysel çıkar önceliği,
-Belirsizlik ortamında yaşama ve “edinilmiş çaresizlik” psikolojisi,
-Kadercilik ve rasyonel irade eksikliği.
2. Enflasyonun Düşük Olduğu Ülkelerin Ortak Yapısal Özellikleri:
-Uzun vadeli düşünme, stratejik bakış açısı ve geleceği planlama kültürü,
-Güvene dayalı devlet–vatandaş ilişkisi
-Eğitime önem, bilimsel duyarlılık ve rasyonel düşünme geleneği,
-Toplumsal bilinçte yerleşik istikrar hafızası,
-Kurallara bağlılık ve kurumsallaşmış yönetim,
-Ehliyet ve liyakati takdir, üretim ve emeğe saygı,
-Gerçekle yüzleşme ve hatadan öğrenme kültürü,
-Toplumsal dayanışma ve kollektif sorumluluk bilinci,
-Belirsizliğe düşük tolerans, bilimsel ve rasyonel bakış açısı.
Enflasyonun düzeyi ile bir ülkenin siyasal, toplumsal, kültürel ve kurumsal kalitesi ve toplumun değerler sistemi arasında doğrudan ve güçlü bir korelasyon vardır:
-Yüksek enflasyon, zayıf kurumların, keyfî yönetimin, düşük güven düzeyinin, bozuk ahlaki-ekonomik kültürün, disiplinden uzak çalışma düzeninin, kısa vadeli bakış açısının, öngörülebilirlikten uzak ve verimsiz üretim yapısının dışa vurumudur. Sözü edilen olumsuz unsurlar bir araya geldiğinde enflasyon kaçınılmaz hale gelir ve kalıcılaşır.
-Düşük enflasyon ise, güçlü hukuk, güvenilir kurumlar, liyakat, disiplin, doğruluk, şeffaflık ve üretken kültürün ekonomik tezahürüdür. Bu ülkelerde enflasyon düşüktür; çünkü toplumun genel yapısı, değerler sistemi ve yönetişim kalitesi istikrar üretir.
Peki, kalıcı enflasyonun “evrensel desenini” nerelerde görebiliriz?
Enflasyonu en yüksek ülkeler arasından Türkiye, Arjantin ve Mısır, farklı coğrafi ve kültürel birikimlere sahip olsalar da; yüksek enflasyonu son 50 yıl içinde kronikleştiren ortak yapısal mekanizmalara ve bunun tipik tezahürlerine sahip dikkat çekici örneklerdir.
Son yarım yüzyılın tecrübesi, bu üç ülkenin yaşadıkları enflasyon serüveni üzerinden şunu açıkça göstermiştir: Yüksek enflasyon bir para politikası sorunu değil, devlet kapasitesi ve “toplumsal ahlak krizinin” yansımasıdır. Bu ülkelerde enflasyon, yalnızca fiyatların yükselmesi değil; hukukun, kurumların, liyakatın, şeffaflığın ve toplumsal güvenin zayıflamasının görünür tezahürüdür.
Aralarında derece farkları olsa da, her üç ülkede de süreç benzer döngüleri izlemiştir: Siyasal istikrarsızlık popülizmi doğurur; popülizm mali disiplini bozar. Kamu kaynaklarının keyfî kullanımı, yolsuzluk ve kayırmacılık kurumları aşındırır. Kurumların çökmesiyle hukuk, liyakat ve hesap verebilirlik kaybolur. Toplum, “kurallara uyan kaybeder” refleksiyle kısa vadeli çözümlere, fırsatçılığa, spekülasyona ve rant kaynaklarına yönelir. Kollektif bir nitelik kazanan bu davranış kültürü ise fiyatlara, üretime ve tasarrufa yansır.
Sonuçta ekonomi, kurumsal ve işlevsel yönden bir tıkanma ve çözülme sürecine girer. Bu döngü, Türkiye’de “kurumsal erozyon ve popülist pragmatizmin,” Arjantin’de “refah yanılsamasına dayalı toplumsal bağımlılık kültürünün,” Mısır’da ise “merkeziyetçi otoriterliğin ve üretimsiz devlet bağımlılığının” sistemleşmesi biçiminde kendisini göstermiştir.
Enflasyon oranı, bir ülkenin parasını olduğu kadar, toplumsal karakterini de yansıtır.
Altın da, banknot para da, sayısal değerler de özü itibarıyla tek bir şeyin ölçüsüdür: insanın doğruluğunun…
Bir toplumda eğer haksızlık ve adaletsizlik yaygınlaşmışsa, liyakat ilkesi yerini sadakat ve yamanmacılığa bırakmışsa, dürüstlük cezalandırılıp kurnazlık ve fırsatçılık ödüllendiriliyorsa, o ülkenin parası da mutlaka değerini kaybeder.
Kalıcı “dezenflasyon” ise, yalnızca fiyatları değil; kuralları, kurumları ve toplumsal değerleri yeniden inşa etmek ve istikrara kavuşturmakla mümkündür.