GEL VE KARAR VER
Geç kalmak ile acele etme arasında ince bir çizgidir yaşamın adı ve tadı. Vaktinde olunca tat, gecikince acı ve ıskalanınca hüsran, nedamet, umutsuzluk kırıverir insanın yüreğini tam orta yerinden. Ne büyük maharettir harekete geçilecek ile durulacak zamanı doğru tayin etmek.
Kısacık bir hayat ve göz açıp kapanıncaya kadar tükenen bir ömür deyip hızlı, acil, amansız ve apansız atılıveririz aşk sandığımız şeyin tam kucağına. Eeee, çok mantıksız da değil başlangıçta adını koyduğumuz hayatın kısalığına dair gerekçemiz.
Acele ile acil, ömür ile ecel arasında ki kurulmuş olumsuz ve ölümcül gerçeklik üzere bina edilmiş mantıklı korelasyon sakin, dingin ve sindire sindire yaşamalı insan, diye bir başka sav daha kor orta yere, ciddi ciddi düşünceye sevk eder bizi.
Bakınca, her iki gerekçede tumturaklı, mantıklı ve albenisi olan gerekçeler.
Hal böyle olunca, yok mu bir orta yolu? Diye sorgulamaya başlıyor insan. Iskalamadan, hata yapmadan, pişmanlık ile yolların kesişmediği ama istenilen şey ile vuslatın doyasıya yaşanıldığı bir üçüncü yol yok mudur diye aramasın mı insan?
İşte maharet, İrfan, önsezi, öngörü, feraset ve basiret bütün heybetiyle bu anda dikiliveriyor hakikat arayan herkesin önüne. Öylesine vakarlı, öylesine inançlı ve öylesine muzaffer bir eda ile kısık gözler arası nasılda göz kırpar işveli işveli.
Tadı başka, kokusu başka, bıraktığı iz bambaşka…
Buraya kadar her şey güzel, anlamlı, örüntü bakımından senkronize. Ancak ne var ki, el uzatıp uzanılacak bir mesafede ve kolayca elde edilebilir bir mahiyet arz etmiyor.
Biraz ve hatta esaslı bir miktar da gözyaşı istiyor, kendinden ödün, emek istiyor, ter, kan istiyor…
Hayat ile ecel, kazanç ile kayıp, ayağa kalkış ile yıkıntı arasında ki bu muhteşem nüans, bırakında böylesi bir bedeli kendisi için hak olarak belirlesin, değil mi? Hem, hayır deseniz ne değişir ki? Mukadder yasa size rağmen dikte ettirir hakikati ifade ediyor olması dolayısıyla kendisini.
Buradan hareketle!
İnsan, en çokta sevdikleri, arzu ve hayal ettikleri ile sınanırmış ya? O zaman neyi ne kadar isteyecek, ne için ne kadar mücadele edecek ve ettiği şeyin değerini belirlerken kendisine neyi ölçek ve neyi kıstas edinecek !? Sorusu, zannediyorum ki zararı minimize edecek bir sorudur.
Öyle ya, her göze hoş gelenin emek, gözyaşı ve kan istediğini tayin edecek otorite, skala ve mihenk ne ola ki?!
Evet, bir taraftan bakılınca göz açıp kapanıncaya kadar geçen sürece hayat diyorken, bir diğer taraftan da, içerisinde bulunan sanal gerçekliğin sihir tadında ki okşayıcılığı, kapsayıcılığı ve uyuşturucu kıvamında ki alıp götürüşü, bir kıstası zaruri illaki kılmaktadır.
Ayıklamak, hayat içerisinde gerçek olan ile sanal olanı, geçici olan ile baki olanı, anlamlı olan ile aldatıcı olanı ciddi ciddi ayıklamak gerekiyor. Neye ve kime, hangi amaçla yatırım yaptığını bilmeyenin hemen ve çok acı bir iflas ile karşı karşıya kalacağı gerçekliği, aptallar hariç hiç kimsenin pas geçebileceği bir değer değildir.
Ayıklamamak ve bunu becerememek değil mi yaşanılası hayatı zindan eden?
Oto boka her şeye gönül veren, elinde, herhangi bir şakül ve terazisi olmayan güruhun hovardalığı değil midir? Yaşanılacak her güzel şeyin çirkinler arasında heba oluşunun gerekçesi.
Oysa İslam ve İnsan olmamızın tabi bir gereği olan imtihan; neyi seçip neyi seçmediğimiz, seçerken ya da eliminize ederken ki değer skalamızın ne olduğu ve bütün bunlar için ödediğimiz bedellerin ne kadarının israf ve haram ve ne kadarının da helal ve hanemize puan getirdiği değil midir?
Ödediğimiz bedellerin kaçına ‘’ Helal olsun ‘’ yüksünmüyor ve pişmanlık duymuyorum diyorsanız hayatı o kadar ıskalamamış, yalan ve yanlış ile o kadar az ilinti kurmuş ve sevap kotanıza esaslı katkılar sunmuşsunuz demektir.
Yüksünmeden, nedamet duyulmadan bedeli ödenmiş ve üstelik ne kadar ağır olursa olsun ödenmiş her bedel, yedi yüz katı ile ödüllendirileceği, Kuran’ı kıstas alanların muştusu olduğu açıkça yazılıdır kerim kitapta…