MAHALLENİN GÖRGÜSÜZLERİ
Bir başka yazı daha yazmıştım ‘’ Mahallenin Zangoçları ‘’ diye…
O yazımda da belli oranda incelemiş, hicvetmiş ve dahi okkalı bir oranda iğdiş etmiştim görgüsüzlerden teşekkül etmiş ve alabildiğince sırıtan, elini attığı her şeyi yüz ve gözüne bulaştıran yeni beyaz Müslümanları…!
Evet, bu ülke 1839 Tanzimat’tan başlayıp 1856 Islahat Ferman’ın dan beridir bir dönüşüm, değişim ve gelişim sancısı çekmekte. Maddi ve manevi çok ciddi ve çok büyük bedeller ödemiş olmasına rağmen bu dönüşümünü tamamlayamamış olmasıyla birlikte kan ve maddi kayıp havuzu alabildiğine derin ve kırmızı olmasına rağmen bir gram ders almamıştır aynı zamanda.
Cumhuriyet ile bir başka boyuta evrilen, bir ışık ve umut barındıran yeni Türkiye; Meclis, ortak akıl, bilim ve düşünsel özgürlük gibi müthiş savlar ortaya koymuş, ancak, istenilen olgunluğa kavuşamadan beyaz Müslümanlar eliyle klasik kurnazlık olan ‘’ Din elden gidiyor ‘’ mottosu bir kez daha katletti değişim, dönüşüm, aydınlanma ve genç Cumhuriyeti.
Bu Coğrafyanın sanki kaderiydi sorgusuz teslim olmak, ekletmeden hareket etmek, analiz etmeden iman etmek. İman etmek yeterliydi zira birisi Allah demiş, Bismillah, Elhamdülillah demiş; Cami demiş, Hilal demiş, minare demiş ve böylesi mukaddes deyişlerin sorguya tabi tutulması mümkün müydü!? Kuşkusuz ve mutlak bir teslimiyet ve iman gerektiriyordu ve ettik…!
Oysa söylenen kadar söyleyende de bir görgü olmalıydı estetik bir duruş, tavır ve yaşanmışlıktan mütevellit bir tatmin olmuşluk ve yaramız olması hasebiyle bir GÖRGÜSÜ OLMALIYDI…
Görmüş - geçirmiş, tatmış, yaşamış, gezmiş, kanıksamış, biriktirmiş ve nihayetinde analiz edecek bir eğitim, septik bir tavrın en az diğerleri kadar elzem olduğu bilincini kavramış, imanın, tiziz bir tahlil gerektirdiğini ve bunun da ön koşulunun septisizm ve tefekkür olduğunun farkında bir kitle olmalıydı…
Beceremedik, Beceremiyoruz zira dış müdahalelere açık, yönlendirmeye karşı her bakımdan fakir, yetersiz ve savunmasız olmamız dolayısıyla her an her yöne savrulabilir bir toplum olmanın bir adım bile dışına çıkamadık.
Din, bir manivela idi ve üstelik kullanım alanı son derece geniş olması dolayısıyla her zaman pratize edilerek sanki İslam ile akıl, İslam ile Mantık, felsefe, bilim, tahkik ve tahlil arasında aşılması mümkün olmayan bir mesafe olduğu izlenim ve hatta inancı kökleştirildi bu coğrafyada…
Üstelik bütün bunlar yine bu coğrafya da ve bu coğrafya insani eliyle tedavüle sokuldu. Fasid bir daire idi ve koca bir ülke bu daire içerisine hapsedilerek depresif duygu ve dürtüler ile kardeş kılındı.
Ara ara kısa dalga çırpınışlar, depreşimler, itiraz ve isyanlar olagelmişse eğer kimileri ‘’ Din elden gidiyor ve kimileri de Laiklik elden gidiyor ‘’ safsataları sebebiyle darbelere maruz kalıp inkıtaya uğratılarak yeniden başa, o ölüm ve fasid girdabın içerisine döndürülmüşüz.
Hülasa bir türlü görgü ile etik ve estetizm ile bir ilişki kuramamışız. Hem değil miydi İslam(!) suret resimleri çizmeye engel!? Dahası Fıkıh, İçtihat ve icma adı altında statik, donuk, mat, ruhsuz, heyecansız ve eylemden fersah fersah uzak bir millet, coğrafya ve ne idüğü belirsiz bir kavram olan ‘’Ümmet ‘’ ihdas ettiler.
Sözde, Allah’ın evi dedikleri Camilerde bile adeta Kuran’ın anlaşılmaması, okunmaması, üzerinde beyinsel hiçbir faaliyet görülmemesi için, Kurs adı altında uyutma, aldatma, kandırma ve gerçeğin üzerinin örtülmesi ameliyesinde bile aparat olarak Kuran seçilmişti…
Oysa İslam ve Kuran baştan sona estetik bir zevkten, estetik bir bakış açısından, estetik bir yaşam kalitesinden, estetik bir bakış, estetik bir gülüş, estetik bir oturuş ve kalkış reçetesini tüm insanlığın önüne koymuş olmasına rağmen, müntesibi olduğunu iddia edenler ile Kuran hiçbir zaman barışık bir iletişim kurmadı, kuramadı ve kurdurulmadı.
Alabildiğine amorf bir toplum, alabildiğine cahil, alabildiğine görgüsüz, alabildiğine aç, alabildiğine hakir, alabildiğine varoş tipler ülkenin yönetimini istila etti.
Bir bakınız Malatya’yı yöneten tiplere!
Bir tekinde bile estetik bir dil, estetik bir diksiyon, estetik bir tavır, keskin bir zekâ, görmüşlükten kaynaklı bir vakar, İslam’ın estetik vurgu, telkin, tavsiye ve emrinden nasiplenmiş, Şark ile Garb’ın sentezini yapabilir bir birikim var mı!?
Alabildiğine görgüsüzlük, alabildiğine gece kondu, alabildiğine varoş, alabildiğine sünepe, alabildiğine edilgen, alabildiğine cahil, kaba, silik, kimlik ve kişilik bunalımı yaşayan tiplerin işgal ve istilası altında inim inim inleyen bir şehir değil midir Malatya!?
Sözüm ona bakanlık yapmış olan tipe bir bakın kaç kelime dilinde renk ve ahenk saçıyor!?
MKYK üyeliği yapmış olanı, evlere şenlik…
Milletvekilleri ise her biri ayrı bir palyaço…
Yazımızı, bir tek kelime ile hülasa edecek olursam eğer bu çevreyi, bu mahalleyi gayet iyi tanımış, yakından mülahaza ve tahkik etmiş olan rahmetli Alev Alatlı’nın tabiriyle ‘’ PAÇOZ ‘’ bir kitlenin insanlık ve gelişim bağlamında henüz beşinci evresini yaşadığımız şu süreç, ne ağır yük omuzlarımda…