ŞİRK’E DEPAR ATANLAR
Seksenlerin ortasından başlayıp doksanların ortasına kadar devam eden düşünsel, basım ve yayın özgürlüğü Seyyid Kutup, Mevdudi, Hansan El Benna vd’nin ülkeye girişleri ve basımlarında ki özgürlük dolayısıyla yeni ve koyu yeşilimsi bir tabakanın doğuşuna zemin hazırlamıştı.
Radikal, Fundemantalist, aşırı dinci gibi tanımlamalar da işte bu koyuluğun boyutlarına ve tehlikesine (!) dikkat çeken söylemler kümesiydi. Bu tanımlamaların gerçeği ifade edip etmediği bir kenara ama bir kendi içerisinde kısmi bir makuliyet ve anlamsız bir korkuyu da barındırıyordu.
Verdiğimiz kavramların barındırdığı korku boyutları farklı fraksiyonların diline pelesenk olmasının yanısıra, laik-seküler kesimin tedirginliği bileyliyor, korku duvarlarını tırmalıyor ve ses büyük bir blokaj halinde desibeli yükselerek devam ediyordu.
Radikaller, Fundamantelistler ve aşırıcılar gibi kavramlar gerici, irticacı, İran’cı, Selefi gibi daha yerel kavramlar ile iç içe giydirilerek devletin klasik kanadına dar alanda kısa paslar atıyor ve bir zaman sonra aleni ve şehevi darbe çağrıları yapılıyordu…
Doksanların ortalarına doğru geldiğimizde verilen paslar yerini bulmuş, şehvet çikolatası ve sosuna bandırılırmış tetikleyici tüm unsurlar ürün vermeye başlamıştı. MGK toplantıları gergin ve üstelik rakı bardaklarının konulması emri üzerinde ciddi ciddi tehditlere sahne oluyordu.
Ülke gergin ve ülke sosyolojisi son derece kıılgan bir duruma getirilmişti. O yılların siyaset, sosyoloji, emniyet ve bürokrasisine son derece hakim olan ve yöneticisi konumunda ki Saadettin Tantan ‘’ 28 Şubat tam bir projeydi ‘’ diye açıkladığı senaryo sahneye sürülmüştü.
Yıllarca ve aslında hala, sekülerizmin Müslümanlar üzerinde estirdiği terör yılları diye pazarlanan 28 Şubat, ŞİRK’E DEPAR ATAN DİNCİLER VE LAİK- SEKÜLER KESİMİN GÜNCEL DEPAR GİRİŞİMİNDEN BAŞKASI ASLA DEĞİLDİ.
Ülke gereksiz ve üstelik hiç gereksiz bir gerginlik içerisine sokulmuştu. Dört tane teoloji, üç tane felsefik ve beş tanede tarih kitabı okuyan cahil kesim ne oldum delisine dönüşmüş ve elinde ki kırık dökük çifle ile mitralyöz’e kafa tutan bir sarhoşluk yaşıyordu ve olanlar bundan bir gram bile farklı değildi…
Bir kaşık suda fırtına…
Perdenin gerisinde küresel tanrılar oyun kurmuş ve yeni bir takım oluşturup onu da sahaya sürme kararını aldığında kendisini çağdaş ve aydın zanneden zır cahil zümre ile dört kitapta aristo kesilen imitasyon dinciler sunak kurbanları olduklarının farkında bile değillerdi.
Elbette ki imitasyon dincilerin parlatılan öncüleri müstesna milyonların farkında bile olmadıkları kirli mi kirli, haramın da haramı debdebeli bir dünyaya doğru çekildiklerinin ve iddiaları tarafından can evlerinden vurulacaklarının farkında bile değillerdi.
Oyun başlamıştı artık!
Oynadıkları oyunun farkında olduğunu ve oynanacak oyunun da kurallarına hakim olduğunu zanneden bu iki uyanık (!) fraksiyon, ömürleri boyunca unutamayacakları bir ahmaklığın gönüllü figüranları olduklarının farkına vardıkları bugün, telafisi mümkün olmayan yıkımlarn döllendiği sürecin kahramanları olduklarının utancını ölecekleri güne kadar boyunlarında asılı taşıyor ve taşıyacaklardır.
Çark dönüyor ve çağdaş, laik, seküler, aydın ya da Fundamentalist, gerici, örümcek kafalı, aşırı ya da şeriatçı demiyor bir bir alıveriyordu dişleri arasına…
İhtiraslarını aydınlık, çağdaşlık ve kurtuluş zannedenler ile duygularını, hikaye ve mitoslarını din zanneden iki barbar toplumun Şirk’e depar attığı süreç, yavaş yavaş kafaların taşa ve taşın başa değdiği süreci karnında taşımaya başladığı süreçti…
Yeni bir dünya ve düzen kurmuştu Rockefeller ve rothschild aileleri ve artık taksim ve takdim edilmiş roller kapış kapış ediliyordu. Sunaklar dolup dolup taşıyor ve çarklar daha bir sarhoş şekilde dönüyordu.
Çarkın başında ve ellerinde konyak, viski ya da rakı şişeleri ile Erol Taş naraları atan nice salaklar, ilerleyen zamanların en aşağılık ve en onur kırıcı kurbanların kendileri olduklarının farkında bile değillerdi. Şehvet damaklara değmişti bir kenara, dillerinde ki kandan kaynaklanan bir lezzet olduğunun henüz farkında bile değillerdi…
Perdenin diğer tarafında ise bir avuç samimi, bilinçli ve mazlum müstesna, kendilerini dava erleri zanneden, bulundukları yerleri Medrese-i Yusufi diye tanımlayarak çorak topraklardan esaslı ölçek ve tonajlarda ürün hasat edeceğine inanan salaklar bulunuyordu.
Dedik ya Şirk’e depar atan iki salak gürüh diye…
Ülke’nin her türlü PR hesaplarını yapmış olan küresel tanrılar, kullarını da ihya edeceğine dair verdikleri sözün arkasında durarak ufak parçalar halinde ama göz ve gönül hoşnutluğu tarz ve üslubunca culuş dağıtmaya başlamışlardı.
Dedikya dört kitapla mücahit olduğunu zanneden din liboşları birer birer din, mezhep ve meşrep değiştirmeye başladılar makam, mevki, para karşısında…
Ve sonra bu değişim herşeyin aslına dönüşüne kadar devam etti. Artık herşey çırılçıplak orta yerde ve herkes herkesi çok iyi tanıdı diye sevinsem mi yoksa kaybolan nice yıllara, yitirilen onca inanç ve güvene, harcanmış onca enerjiye ve içerisi boşaltılmış onca değere üzülsem mi bilemiyorum…