DOLAR

35,2068$% 0.3

EURO

36,7672% 0.92

STERLİN

44,3202£% 0.7

GRAM ALTIN

2.968,33%1,32

ÇEYREK ALTIN

4.853,00%0,96

Malatya HAFİF YAĞMUR
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

VİCDANI DUMURA UĞRATAN TANRI TASAVVURLARI

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi İlhami Güler “Biraz düşünme, biraz irade, biraz iyi niyet ve biraz takva, iman ve ahlakı herkes için mümkün hale getirebilir” diyor.

Kur’an’a göre dinin özü, insanın hayrete düşerek iç içe olan Güneş sistemi, Ekosistem ve İnsanın birer lütuf olduğunu idrâk ederek, bu manidar verilmişliğin bir “Veren”i olduğunu keşfetmek (iman); ona şükran ve tazim (ibadet) göstermek; Tanrının bize yaptığını, bizim de hemcinslerimize yapmak (adalet-merhamet) ve bunların karşılığını ödül olarak Tanrıdan umut etmek/beklemek (menfaat-Ahiret)’tir.

Bunu başaracak olan, Tanrının yaratılışta herkese eşit olarak bahşetmiş olduğu vicdan kapasitesidir. Vicdan, Tanrının içimizdeki sesidir. Kendisi de, vicdanın küpü olarak, kudretini adalet ve merhametle yoğurmuş ve sınırlamış bir kişidir. “Esmau’l-Hüsna” ve “Sünnetullah” kavramları, bu gerçeği-hakikati ifade eder. Kur’an, “insan”lığın “Arap” formasyonunun yedinci yüz yıldaki tarihi/tabii formu içinde yirmi üç sene boyunca gerçekleşmiş ahlaki-pedagojik bir çabadır. Önceki tarihlerde olduğu gibi, İnsanlığın vicdani gelişmesine, tekâmülüne yani nesh (2/106), imha-isbat (13/39), tebdile (16/101) paralel olarak, yenilenmeye ve gelişmeye açıktır.

1- TANRI TASAVVURU

Tanrıya imandan sonra, dinin en temel sorunu, Tanrının ahlaki karakterini ve insani ilişkilerde doğru olanın ne olduğunu doğru takdir etmektir. Müşrikler, Tanrı’yı doğru takdir edemedikleri gibi (6/91, 77/23); Yahudiler (2/93) ve Hristiyanlar da (5/73) doğru takdir edememişlerdir. Bu tehlike, Müslümanların da başının üstünde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaktadır. Örneğin, Cebriyenin Ve Eş’ârîlerin, istisnasız her şeyi belirleyenin Allah olduğu şeklindeki (Kadir-i mutlak, Alim-i mutlak ve Mürid-i mutlak) “Kadercilik” teorileri, -cahilce tazim görünümünde veya kurnazlıkla- Allah’ın üstüne atılmış en zalimce bir iftiradır (29/68, 61/7). Yani Müslümanlar da,22/74) Allah’ı “gereği gibi takdir edememişlerdir.”(
Ateist, Agnostik veya Pagan-Müşrik olmaktan çıkıp, kafasına/keyfine göre -ve samimiyetle- tek bir Tanrı kavramı/imgesi/resmi/tasavvuru yaratmak, “müstakim” bir dindarlık için yeterli değildir. Cahil halk başta olmak üzere, sûfîlerin, teologların ve filozofların temel sorunu budur. Bundan dolayı, peygamberlerin, vahiyle tanıttıkları tasavvura (Esmau’l-Hüsna-Sünnetullah) şiddetle ihtiyaç olduğu gibi; bunlara yaslanarak çizilen resimlerin sürekli gözden geçirilmesine ve eleştirisine de şiddetle ihtiyaç vardır. Tanrı, ortalıkta olmayıp, “Ğayb/Aşkın” olduğu için, Xenephones’in dediği gibi: O’nun hakkındaki her türlü “Kanı, herkesi gafil avlar.” Süpekülatif Felsefe, Tanrı tasavvuru konusunda “Diri/Hayy” ve “Kişi/Huve” olmaktan öte, kavramsal bir put yaratırken; Teolojik Fideizm(İmancılık), yani Rousseau, Pascal(Kalp), Kant(Pratik Akıl) ve Kiergegard(Öznellik), sıfatlarını/kim olduğunu bilmediğimiz bir Tanrı’ya körü körüne “İman” etmeyi savundular. Oysa, Allah, tenezzül buyurarak kendini bize “Esmau’l-Hüsna” ile tanıtmıştır. Ona iman etmek ise, ne flozofların savunduğu gibi merdivenleri mantıkla(zorunlu) çıkılan/ispat edilen bir zirve; ne de Fideistlerin iddia ettikleri gibi risk alarak uçurumdan atlamadır. Kur’an’da iman, sırıkla(akıl-ahlak) ve cüretle bir yüksek atlama/zıplama/sıçramadır.

Oluşturulan “Tanrı” tasavvurları, insanların vicdan kapasitelerini, özgürlüğünü, iradesini ve yaratıcılığını geliştirdiği, serpilmelerine yardımcı olduğu gibi; bütün bu kapasitelerin dumura uğramasına, insanın kendine yabancılaşmasına sebebiyet verebilir. Örneğin: “Hristiyan tanrı kavramı –hasta tanrısı olarak tanrı, örümcek olarak tanrı, tin olarak tanrı- yeryüzünde ulaşılmış en yoz kavramlardan biridir. Belki de tanrı tipinin batış sürecindeki en düşük seviye işaretini temsil eder. Tanrının, yaşamın aydınlanması ve bengi/ebedi “Evet”i olmak yerine; yaşamı çelecek kadar yozlaşması! Tanrı’da yaşamın, doğanın, yaşama isteminin düşman ilan edilmesi! Tanrının, “Dünyevi”liğin her türlü yalanlanması için, her türlü “öte dünya”lık yalanı için, formül haline gelmesi! Tanrı’da hiç’in tanrısallaştırılması, hiçlik isteminin tanrısallaştırılması.” (F. Nietzsche, Deccal (Hristiyanlığa Lanet). Çev: Oruç Aruoba. İst. 1995. s 29-30). Yahudilik ve Müslümanlıkta da benzer “Tanrı” tasavvurları mevcuttur.

2- İMANIN İTİKADA DÖNÜŞMESİ

Tek tanrıcı dinlerin ikinci önemli handikabı, canlı “iman”ın ölü itikada/inanca dönüşmesi ve insan ile Tanrı arasında diyalektik bir “ilişki” olmaktan çıkmasıdır. Bu durumda, her türlü ahlaksızlık kolayca işlenir veya meşrulaştırılır. Bir Kur’an ayeti, bu gerçeği, çok net bir şekilde ortaya koyar: “İman edenlerin Allah’ı zikretmekten ve ondan inen hakikatten dolayı kalplerinin ürperme zamanı hâlâ gelmedi mi? Onlar, daha önce kendilerine kitap verilip de, üzerinden uzun zaman geçince kalpleri katılaşan (Hristiyan ve Yahudiler) gibi olmasınlar. Onların çoğu, fâsık kimselerdir.” (57/16). Müslümanlar da, aradan çok uzun zaman geçmeden aynı vartaya düşmüşlerdir. Bugün ise, aradan 1400 sene geçmiştir. Oysa Allah: “İnsanlar, “İnandık” demekle, imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler? And olsun, biz, onlardan öncekileri de imtihan etmiştik; Allah, doğru söyleyenleri de yalan söyleyenleri de bilir.” (29/2-3) diyerek işin peşini bırakmamaktadır. Zorunlu olarak amel/ahlak doğuran (“Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.”, “Küpün içinde ne varsa, dışına o sızar.”) canlı iman ile ölü kesin inanç/tasdik arasındaki farkı, Kur’an, şöyle ortaya koyar: “Bedeviler, “İman ettik” dediler. De ki: “İman etmediniz; “Tasdik ettik” deyin. Çünkü, iman henüz kalplerinize yerleşmedi… İman edenler, ancak, Allah’a ve peygambere iman ettikten sonra şüpheye düşmeden, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihat edenlerdir. İşte onlar, imanlarını ispat etmiş olanlardır.” (49/14-15).

3- İLMİHAL DİNDARLIĞI

Dindarların sıkça başvurdukları kurnazlıklardan biri de yükte hafif, pahada ağır ibadetleri/ritüelleri abartarak Tanrı’yı kandırma girişiminde bulunmalarıdır. Şu ayet, bu gerçeği gözler önüne koyar: “Siz, Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haramın bakım ve onarımını, Allah’a ve Ahiret gününe iman edip Allah yolunda cihad eden kimselerin yaptıkları ile eşit mi tutuyorsunuz? Bunlar, Allah katında eşit değildirler; Allah, zalim topluluğunu hidayete erdirmez. İman edip cihad eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenlerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür; işte onlar, nihâî kazananlardır.” (9/19-20).

Tanrı ile sürekli irtibatta olma, onu unutmama; bu vesile ile de vicdanını ve imanını koruma amaçlarından uzaklaştırılıp, alışkanlık ve borç ödeme moduna dönüştürülen “İlmihal/İbadet Müslümanlığı” hakkında rahmetli Nurettin Topçu şöyle diyor: “Zamanla yıprana yıprana birer otomatik hareket haline getirilen ve bu şekilde emrolunduğu anlatılan ibadetler ise, iyi hesaplayan ve dikkatle kaydeden meleklerin takip ettiği bedende bir takım şekil değişmeleri haline getirildi. El, ayak, baş, beden hareketlerinde maharet, dindarlığın şartı oldu; bunlar, dinin esasları oldu. Bütün ruh ve manasından sıyrılan dini hayatın bu şekilperestliğine “zühd-ü takva” adını verenler, bu vehimlerinin kas katı gurur içinde gömülüp kaldılar ve bu yolda yürürken, Allah’a götüren ahlak yolunun izlerine bile rastlamadılar.” (N. Topçu. İslam ve İnsan. İst. Tarihsiz. S. 33.)

4- SONUÇ

Sonuç olarak biraz düşünme (tefekkür, taakkul, tezekkür, tafakkuh, tedebbür, taabbur), biraz azim ve irade, biraz iyi niyet/samimiyet ve biraz teyakkuz (takva), iman ve ahlakı herkes için mümkün hale getirebilir. Oysa bugün Türkiye’de ve İslam dünyasında canlı vicdan ve diri imandan doğan amel, tutum, tarz ve davranışlar yerine; anakronik, ezber, alışkanlık ürünü taklit ve tekrarlar görüyoruz.

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Sıradaki haber:

KİMLİK MAYALAMA MAHALLERİ !

HIZLI YORUM YAP