38,0211$% 0.48
41,2937€% 0.14
49,2932£% 0.07
3.705,88%0,16
6.025,00%-0,47
25 Ocak 2025 Cumartesi
Namuslu Olmak ve Cemil Ağabey
TÜRKİYE TIKANDI VATANDAŞ HİÇ BİR PARTİYE GÜVENMİYOR!
‘HARP, HİLEDİR’ (HADİS) DE; SİYASET, ‘HARP’ MİDİR?: MUHAFAZAKÂR SİYASETİN PSİKOANALİZİ
TEMEL’ler BİN YAŞASIN
ARTIK TIMARHANE BİLE DEĞİLİZ!
Camus deviren cehennem sıcağıyla nem bulutlarının adam gölgesini yok ettiği bir Ağustos günüydü. Ancak güneşin batı ufkuna yaklaşıp, akşamı muştuladığı bir vakit sohbet için ideal zamandı. Vaktini bekleyip öylece vardım Cemil ağabeyin sahaflardaki kitapçı dükkânına. Onu, elinde 1947 baskısı bir kitapta kaybolmuşken buldum.
Cemil ağabey, Çukurova ağzıyla, sabıkalı bir kabadayı edasıyla sakin ve tane tane konuşan, zayıf bedeni, yıldızların kır bahçesine çevirdiği saç ve sakalıyla uyumlu, hep cıncık giyimli bulmuşumdur..
“Gelesin hele kardaş” diyerek karşıladı. Kitabı işaret ederek başladı muhabbete:
Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer! Bir gün Almanların pabucunu yalayan ertesi gün İngilizlere takla atan, daha ertesi gün de Amerika’ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik.” Diyor bu kitapta yazar. Bu sözler yetmiş üç yıl önce değil de bugün söylenmiş gibi geldi bana.
Meğer ne büyük günah işlemişiz kardaş. Kanunlu, kanunsuz baskılar altında ezile ezile pestile döndük.
Bugünün itibarlı kişileri gibi, kese doldurmadık, makam için taklalar atmadık, el pençe divana yalnız namazda durduk. İç ve dış bankalara para yatırmadık, han, hamam, yat, kat sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık.
Bütün kavgamızda kendimiz için hiçbir şey istemedik. Yalnız ve yalnız, bu yurdun bütün yükünü omuzlarında taşıyan, milyonlarca insanın derdine derman olacak yolları bulmaya çalıştık. Bir ömür bedel ödedik ödemeye de devam ediyoruz Kardaş.
Bu ne affedilmez suçmuş meğer kardaş! Neredeyse, yoldan geçerken mide uşakları arkamızdan bağıracaklar: “Görüyor musun şu haini! İlle de namuslu kalmak istiyor ve ahengimizi bozuyor…”
Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?
Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer! Bereket, zora katlanmasını bilen bu millet de namuslu.
Trajedi, bir şeyi çok istediğinizde, olayların beklentinizin tersi yönünde gerçekleşmesiyle oluşuyor en çok. Ve bugün bir kez daha anladım.
Adamlığı bu sıcakta helalinden evine aş götürmeye çalışan milletten dinleyeceksin. Bütün işlerinin ters gitmesinin nedeni inan köküne in kardaş göreceksin namuslu kalma istediğindendir. Hani Hz Ali’ye sormuşlar; “Ya Ali sen neden Muaviye gibi siyasette başarılı değilsin? oysa âlim olan sensin” Demiş ya Ali efendimiz; “Muaviye’nin bildiklerini biliyorum ama o yol sizi cehenneme götürür. Ben sizi bile bile cehenneme nasıl götürürüm” diye. İmtihanın büyüğü namuslu kalabilmekte. Taklacı güvercin olmak zor şey değil ki kardaş!
Bu coğrafi değil, evrensel ve tarihsel imtihandır. Yüzyıl öncede böyleydi. Beş yüzyıl önce de böyleydi.
Hani Dostoyevski demiş ya ” Sarayından çık, kenar mahallelerde şöyle bir dolaş. Gör ne sefalet, ne çirkinlikler var! Köpeklerle insanlar yan yana yatıyorlar! Bir lokma ekmek için namuslar satılıyor”
Ne diyordu Nesimi?
“Har içinde biten gonca güle minnet eylemem
Arabiyi farisiyi bilmem, dile minnet eylemem
Sıratim üzre müstakim gözettim rahimi
Zalimin talim ettiği yola minnet eylemem
Bir acayip derde düştüm herkes gider kârına
Bugün buldum bugün yerim, hak kerimdir yarına
Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına
Rızkımı veren Hudadır kula minnet eylemem
Oy nesimi, can nesimi ol gani mihman iken
Yarın şefaatlarım ahmedi muhtar iken
Cümlenin rızkını veren ol gani settar iken
Yeryüzünün halifesi hünkâra minnet eylemem”
Şiirden sonra uzun bir ah çekti Cemil ağabey. Sanki sohbetin finalini yapacak tumturaklı bir ifade peşindeydi. Neden sonra aforizma final cümlesini patlattı: Sakın geceyi bahane edip gelme düşlerime. Nasıl olsa namus borcun yok yüreğime. Çünkü hiç değmedi ömrün ömrüme ey canım güzel yurdum insanı için ütopya!
“Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer! Bir gün Almanların pabucunu yalayan ertesi gün İngilizlere takla atan, daha ertesi gün de Amerika’ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik.” Diye yazılı kitabı hediye eti Cemil ağabey. “Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz” diyen Sabahattin Ali idi yazar. Dükkândan ayrılırken Sabahattin Ali’nin Sinop cezaevinde yazdığı şiir dökülüyordu dudaklarımdan
“Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma
Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar
Seni bu sesler oyalar
Aldırma gönül, aldırma
Görmesen bile denizi
Yukarıya çevir gözü
Deniz dibidir gökyüzü
Aldırma gönül, aldırma
Dertlerin kalkınca şaha
Bir sitem yolla Allah’a
Görecek günler var daha
Aldırma gönül, aldırma
Kurşun ata ata biter
Yollar gide gide biter
Ceza yata yata biter
Aldırma gönül, aldırma”
-Fanusun Dışından Bakanın Tiz Kellesi Vurula!
Ya da Rakamların İnsanı-
”…Yeni despotizmin neye benzeyeceğini hayal ediyorum. Birbirine benzeyen, “eşit” insanlar görüyorum küçük ve sıradan hazlar peşinde, hiç dinlenmeden kendi etraflarında dönüyorlar. İçlerini, ruhlarını dolduruyorlar bu hazlar ile. Her biri ötekilerle arasına bir mesafe koymuş, onların başına gelen şeylere kayıtsız, yabancı gibi. Çocukları ve yakın arkadaşları onun için bütün insanlığı teşkil ediyor. Kendi ülkesinin vatandaşları? Hemen yanındalar ama onları görmüyor. Dokunuyor ama neredeyse hissetmiyor. Sadece benliği var ve benliği için var. Elinde bir aile kaldıysa bile artık vatanı yok. Onun bu bireysel hazlarının sürmesini garantileyen devasa bir güç yükseliyor üzerinde…”
(Alexis de Tocqueville. “Amerika’da Demokrasi” Yetkin Basım yayıncılık.1994)
Rönesans varlık yorumu, zaman mekân ve özneyi bütün katmanlarıyla anatomi, optik, matematiksel formüller nirengisinde rakamlarla ölçmeye dayalı merkezî perspektifle dokudu.
Antik Çağ filozofu Pisagor’un “rakamlarla insanlar arasında doğrusal ilahi bir orantı vardır bağlantısı” Rönesans’ta Leonardo di ser Piero da Vinci’nin matematiksel soyutlamanın, mistik ya da entelektüel gücü; sanattan mimariye, güzellikten edebiyata kadar her alanda rakamları yücelten bir akla tekabül etti.
Eskiye dair her şey skolastikti ve reddedildi. Karşımızda ölçülebilir bir dünya vardı ve mutlak hakikat zannedildi. Böylece İngiliz John Locke ‘un “bilim” tarifi kutsandı.
Bu bizde de hala böyle.
Ne tuhaf değil mi? İngiliz bilim tarifi, İngiliz akademik yapı, İngiliz hukuk sistemi, hatta kraliyet haberleri magazin dünyamızın belirleyici hâkimi.
Birinci cihan harbinde İngilizler coğrafyamızı işgal ettiler. Gittiler zannettik. Oysa görüldü ki bu kültürel tutumla itlerini bitlerini bırakıp iktidarı meşhur soğuk İngiliz siyasetiyle yönetmişler. Hadi kışkırtıcı soruyu da şuracığa el bombası niyetine bırakayım. Anadolu’yu işgal eden İngilizler, İsrail’i kuran İngilizler ama ben hiçte meydanlarda ABD ve İsrail bayrağı yanında İngiliz bayrağı yakan sağcı solcu İslamcı ülkücü görmedim. Neden? Yazının bütünlüğü içinde bir cevabı var. Bulmak okuyucunun marifetine bağlı. Bomba patlarken biz devam edelim bilim ve rakama;
Hacmi ve ağırlığı ve ölçüme dayalı olan bilimseldi ve hakikatti. Gerisi zinhar yobazlıktı. İngiliz John Locke ‘un bu tarifi bizim akademinin temelini oluşturur. Onun içindir ki bu tornadan geçen üniversite akademiyamız için bunun dışındaki her bilgi ilmi değildir. Ayni bilim insanları (!) garip bir çelişki ile hacmi ve ağırlığı hakkında en ufak bir bilgi sahibi olamadığı ve esasta ölçemediği zekâyı ise kabul eder.
Tıpkı Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi tabelasını hastane girişlerine asıp içerde “ruh yoktur” diyen naif tıbbiyemiz gibi.
Tıpkı güzelliği kilogram ve santimetreler cinsinden ölçüp, kadınları en güzelden en çirkine doğru podyumlarda dizebilme (!) estetik anlayışı gibi! Rakam var ruh ve derinlik yok! Bütün insani ve ahlaki değerler yerle yeksan!
Güzelliği fehmedemeyenlerin onu ölçmeyi vehmetmesi, sömürge rakamı fazla olan Devleti güçlü saydı ve insanları homo-economicus (ekonomi insanı) ilan etti.
Bu Rönesans cebinin şişkinliği ile bütün değer yargılarını resetleyip insanı yeniden formatladı. Şimdilerde ekonomik insan (Homo economicus), miadını doldurdu.
Yeni eğilim/trend artık “sapiense”.
Hükümdar adaletinin ilâhî adaletin tecellisi ile aynı sayıldığı dönemlerden burjuvazinin adaletine sığınılan süreç disiplinel topluma evrilmeydi. Kant, Hegel ve öncesinde Goethe hariç bütünüyle neredeyse tüm batılı filozoflar bu süreci kutsadı. Boulogne Ormanı’nı cesetle dolduran Fransız Burjuvazi Devrimi Fransız İhtilali, halkı kandırarak halk ihtilali adına halkı adam etme(!) yolunu keşfetmişti. İhtilal sağ olarak kodlandı.
Karşısında Karl Marx’ın “makbul işçi” tarifi türedi. Proletarya diktası ve sınıfsız toplumu, işçi sınıfı sayısal olarak güçlenerek yüceltecekti. Düzene yanaşık herkes devrim muhalifi olarak öldürülmeyi hak ediyordu (!). Tıpkı Fransız ihtilali gibi. Tarih bunu sol yumrukla kodladı…
Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde saçının rengiyle, ölçülebilen kafatasıyla, sayıların çok olduğu Nazi hayali Führer Hitler’in “Üçüncü Reich (imparatorluk)” faşizmi olarak kodlandı…
Ve bir diğer Alman sosyolog Max Weber olanı biteni açıklıyordu:
“Hangi politik sınıfın muzaffer olacağı önemsiz. Bizi bekleyen bahar çiçekleri değil soğuk, karanlık bir kutup gecesi. Hiçbir şeyin olmadığı yerde sadece imparator değil proletarya da kaybeder. Ahlâkî kaygıların yerini teknik/ticarî kaygıların aldığı bir dünyada yaşıyoruz. Vicdanların, inançların, kahramanlıkların ve manaların yok olduğu bu dünyada akıl yok artık, hesap var”. (Meslek dersleri/the vocation lectures)
Adaletin yerine kâr/zarar hesabı. Yani yine rakamlar…
Yeryüzünde sayısal olarak ne kadar sapiens varsa hizmet ettiği sürece kavm-i necibe o kadar karlı ve değerli olacaktı. Ve bir kutsal kavram (!) yöntemi izhar ediyordu. Globalleşen köy; dünya ve Küreselleşme ya da birleştirerek yeni bir kavram “glokaziasyon”…
18 OCAK 2025
HÜSEYİN ACARLAR
Duy Ey Yurdum İnsanı hem İslamın ilk emri “oku” dersin hem okumadan kaçar kendini yormazsın! Sen ki ilk emri hafife aldın. Samimyetsiz olursan ilimde seni hafife alır hissetmezsin.!
Ey Yurdum insanı titre ve kendine gel!
Resul-ı Zişan Hazreti Muhammed (as) için mevlit kandilinde camiye koşarsın, tebrik SMS lerini ihmal etmez, ‘gül peygamberim’ der, ismini duyunca salavat getirirsin. Sosyal medyada hadislerini dolaştırırsın. Menkıbelerinden gözyaşların sel olur. Ama saklandığı mağaraya bir ağ örmezsin!
Sana “Sizin en hayırlınız, Kuranı Öğrenen ve öğretendir” der. Sen Kur’an’a yaklaşmazsın!
“Birbirinizi sevmedikçe kâmil iman etmiş olmasınız” der. Sen nefreti körükler, ötekileştirirsin!
Sağ elime güneşi sol elime ayı verseniz ben davamdan vazgeçmem” der. Sense akrobatik taklalarla fır döndülere alkış tutarsın.
Eğilmekten ve dönmekten omurgan kırılmış, gözlerin gönence bakışlı, bakışların bilgiçlikten oburlu, aklın firarda, gönlün hedonist.Eyvah ki eyvah… Her iki cihanda eyvah!
Yapmayın dediklerini yapar, etmeyin dediklerini eylersin!
Ey Güzel yurdumun güzel insanı;
Hazreti Hüseyin’in mübarek başı için ağlarsın. Muharrem de aşure olur dağılırsın. Mersiyeler, ağıtlar olur akarsın. Gel gör ki Mübarek başını alan Yezit gibi kardeşlerine davrandığının farkında değilsin. Gönlün Hüseyin’den yana, kılıcın Yezitten yana salınır. Hüseyin gibi çağlar, Yezit gibi içersin.
Adil Ömer’in filmini yapar, masal kahramanı edasıyla översin, Adaletinse Faruk’ça değildir. Adaletinin ruhunu Montesquieu’nün kanunlarında arar, adaleti bıçaklayan ele, kol kanat olursun.
Bencilliğinle mahmur, nankörlüğünle mağrursun. Zinnureyn Osman’ın cömertliğini sohbet konusu yaparsın da akraba-i taallukuna bile bir çay ikramını minnet eylersin.
Ali için mızrabın teline yanık türkülerin düşer. Alinin yaşamadığı bir dini Ali dini yapar, onu hançerleyene el olursun. Sen ki Ye’sub’ud–Din ve’l–Müslimin (dinin ve Müslümanların önderi),Pir –i Ali siyasetini başarısız bulur, Muaviye politikası güdersin. Tercihlerinle hep Muaviye’ye oynarsın.
Ey Kavmim;
Kendi peygamberlerini taşlayan, linç eden, çarmıha geren İsrail Oğulları gibi, iyilerini taşlıyorsun.
Sen ki peygamberlerin risaletinden ve tarihin Sunnetullaha uygun akışından haberdar olmuyorsun. Duymak istediklerini deyince beni de duymak istemezsin.
Ey Güzel yurdumun güzel insanı Musa (a.s)’yı hatırla!
Hani Musa(a.s), Allah tarafından kendisine dini hükümler (On emir) verilmek ve orada kırk gün kalmak üzere Tur-i Sina dağına davet edildi. Hz. Musa dağa giderken yerine kardeşi Hz. Harun’u bıraktı ve Putları ilah edinmiş Mısır hayatına geri dönülmemesi için sıkı sıkıya tembihlerde bulundu.
Hz. Musa’nın ayrılmasından hemen sonrasında Mısırlılar Nebi Harun’u zorbalıkla tasfiye ettiler. Samiri denilen birinin emriyle kadınların bütün ziynet ve takılarından Böğüren bir altın buzağı heykeli yaparak ona tapınmaya başladılar. Hz. Musa(a.s) iki levha ile birlikte (On emir) geri döndü ve kardeşi Hz. Harun’u toplum önünde emanete sahip çıkamaması nedeniyle hırpaladı. Hz. Harun kendisine yapılanlarla birlikte olanları aynıyla anlattı. Hz. Musa kardeşi Harun’a yaptıklarından pişmanlık duydu ve yanına kavminden yetmiş kişi alarak tövbe etmek üzere tekrar Tur-i Sina’ya gitti. Orada Kur’an-ı Kerim’in tanıklığı ile aynen ‘Rabbim ‘dedi, dileseydin bunları da, beni de daha önce helâk ederdin. Şimdi bizi, içimizdeki o beyinsizlerin yaptıkları yüzünden helâk mi edeceksin? ( A’raf suresi 155)
Şimdi Samiri’nin torunları; zihnini,insan olma erdem ve duygularını çaldı görmez misin? Onlara söve söve onlara hizmet eden cyburglara dönüştün.
Ey Yurdum insanı; Hatırla!
Muhammed (s.a.s) ALLAH (C.C.) ın Risalet’iyle şehre döndüğünde, en yakın akrabalarıyla Kureyş ulularını ve Mekke topluluğunu bir araya toplamıştı ve demişti ki;
Ey Mekkeliler, Ey kavmim!
Size şu dağın arkasında bir düşman ordusu var ve şehrinize girmek üzeredir desem ne dersiniz? Başta Mekke uluları olmak üzere hepsi;’
sana inanırız. Çünkü sen Muhammed-ül eminsin ve şimdiye kadar senden hiç yalan sadır olduğuna şahit olmadık’ dediler. Kavminin bu cevabı üzerine devam etti Resul-ü Zişan ;
‘Ey kavmim, Ey Mekke’nin uluları!
Allah beni aranızdan peygamber olarak seçti. Size İslam’ı anlatmak ve Hakk’ı teklif etmekle görevlendirdi’ dediği anda başta akrabaları olmak üzere bütün Mekke ileri gelenleri onu biraz önceki şahitliklerini unutmuşcasına yalancılıkla suçladılar. Ve etrafından dağılıverdiler.
Bu Mekke topluluğu için yeni bir hayat tarzı, Mekke Uluları içinse statülerini kaybetmek anlamına geliyordu. O kim oluyordu ki haşa; Ebu Süfyan’ın parası pulu kervanları vardı. Zeki ve bilge bilinen Amr bin Hişam (Ebu Cehil)’a karşı meydan okumak kolay değildi.
Tarihin kavi gerçeği Mekke’de sergilendi. Korkulan ve dünyalık umulanın yanında yer almak. Güce taraf olmak ve hakkı taşlamak…
Ey Güzel yurdumun güzel insanı;
Sen Taif’te Peygamberimizi taşlayan Sakîf Kabilesi gibi davranıyorsun!
Bir bak haline! Mesih’in tabiri ile ‘badanalı kabirlere benziyorsun’. Cilalı ve parlak görüntünün altında çürümüş ruhun figan ediyor. Ve sen duymuyorsun. İyilerin seni terk ediyor ve sen görmüyorsun. Dilin lal olmuş ödleklikten ve akletmiyorsun “Summun bukmun umyun fe hum lâ yerciûne/Onlar, sağır, dilsiz, kördürler ve (artık) geriye dönüşleri de yoktur.” ayetini hatırlattığımı hatırla Ey yurdum insanı! Zira sen bu halinle, celladını doğuran talihsiz analara benziyorsun…
Hey! Sen! Boşu Boşuna
İsa Meryem’e mi kaldı
Musa asadan ne buldu
Süleyman bir sultan oldu
Saltanatı boşu boşuna
Hak dostuyum gittim geldim
Aradım kendimi buldum
Bir Mahsuni Şerif oldum
Boşu boşuna (Mahsuni şerif)
Kürek kemiğime sapladığın hançer ağrısının her daim cana verdiği tarifsiz meşakkat, yüreğime yıktığın gam dağı külfetine rağmen seninle alakamı kesemiyorum…
Dostluğa ihanetine rağmen iyilik diliyorum. İyilik dilediğimden dolayı zayıf ve korkak olduğumu düşündüğünü bilerek ve içime sindirerek seninle alakamı kesemiyorum…
Aşkın pazarında üstad Zemahşeri’nin tezgâhından duymazlık, görmezlik alıyor, Piri Mevlana’nın tekkesinde her nimetin atom ve içindekilerin meczup akl ile dönüp zikr etmesinden hisseme pay düşürmeye çalışıyorum. Sense bunlardan çok uzaksın. Kuma sakladığın kafanı, gövdeni ve içindekini ve zavallılığının verdiği kibri gözlerinden yakaladığımı bildiğini bildiğim için seninle alakamı kesemiyorum…
Toprağın altı toprağın üstüne hayır ve bereket sunuyor. Ayakların altından sana nimet devşirene olan nankörlüğünle ötelere ne de uzak olduğunu düşünüyorsun. çok uzak duruyorsun çok! Dürüstlük damarını kaykulalık duruşla ne de ucuza satıyorsun. Ola ki günün sonunda bunu anlayabilmiş olursun ümidiyle seninle alakamı kesemiyorum…
Bir gün bastığın toprakla koyun koyuna gideceksin. Her gelenin gitmesi gibi…
Her kapının açılıp kapanması gibi…
Her başlangıcın sonlanması gibi…
Tan ve akşam gibi…
Doğan ve ölen gibi…
Ve seninle alakamı kesemiyorum…
Helak olsa da arkada medayin, ağyara yar olsa da mehasin Bir ben değilim tabibi aşka merhem! Biliyorum. Ya sen, ya sen!!!!
Duymuyor musun? Görmüyor musun? Yad ellerde ciğerini itler mi yedi?
Haykırışlara kor alevden lal düştü…
Bilal’in ezanı kornalara kurban düştü!
Han düştü! Kervan göçtü!
Aşkın Pazarı sosyete pazarının işgalinde, cesetler satılığa düştü!
Yanaşık düzeninin kıdemli ve kademeli islam istismar karargâhında soytarıya Kazaskerlik düştü!
Paydaşlık ve kardeşlik duvarının tuğlasına dinamit düştü!
Bastığın toprağa bir damla cemre değil bir damla ter, bir damla kan, bir damla gözyaşı düştü!
Cemre mazlumla düştü! Can düştü! Canan düştü!
“Allah’ın bir pulunu bekleye dursun on kul” sana efendilerin sofrasından şan düştü! Tuğyan düştü!
Hutu kabileciliğine rahmet okutan kasaba milliyetçiliğiyle tunç siperden göğüslü parti broşürleri edebiyatında kafiyelerin arasında sıkıştırılmış ifadelerden gençliğin düşünce dimağına kuru slogan düştü!
“Hamili kart yakınımdır” gasp edilmiş kimlikle emeğin damlasından yağ üreten fırlamalığın Nobelline aday, altın küre taltifli cühelaya meydan düştü!
Onbaşı kültürüyle generallik uluslararası siyasi enstrümanları çalmaya kalkanların sözlerinden binlerce yalan düştü!
Her aksiyonda sana figüranlık, trolluk, yüzlerce günahla pay düştü!
Bireyi Allah ve şeytan arasında mengeneyle sıkıştırıp felç eden zihniyet, seni yalnızlıklara mahkûm vaziyette işaretlerini sile sile profan iklimlerden beslemeye başladığı gün; ibadetler topallaştı. Benlik kavramında Hobbs’a ahlak abideliği, Makyevelli’nin evliyayı iblisanından sana muhteşem nişan düştü!
Ve seninle alakamı kesemiyorum…
Kahrolası alakamı kesebilseydim kentin şatafatında şatahatım olur muydu? Şehrin debdebeliginde Behlül’ün agresif dervişliğini keşfetmeyeydim bırak alakayı kesmeyi Fuzuli üstad gibi “senden ırak olan Hakka yakındır” terennümüyle yüz çevirirdim. Çok lüks hatta rüküş olduğunu bil ömür saatimde.
Dünyevi saltanatın hepsi için gayretlerin boşu boşuna. Musallada generalde olsan er kişi niyetine namazın kılınacak…
Ve sen boşu boşuna yaşıyorsun be Mernuş
” Sen ne o sun ne bu sun!!!
Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.
Melekut aleminin aşkına! Sana ram olmuş canlar ve Canan aşkına adaletle alakanı kesme!
Bir gün sana da lazım olacak. Seninle o yüzden alakamı kesemiyorum.
Ey Kavmim;
Sen ki Allah’ı bilir adını yalanlarına perdeler, adını kullanırsın. Beni hayli hayli kullanırsın.
Ey Kavmim;
Sen ki Allah’ın adını kullandığın gibi kelamını da kullanırsın ve kutsalım der öper ve baş ucuna asar ve okuma zahmetinde bulunmazsın. Okusan anlamadığını söylersin. Anlasan söylediklerine kulak vermezsin. Benim dediklerimi ise hiç dinlemezsin.
Ey Kavmim;
Senin tuttuğun takım hep masum ve hepten haklıdır! Parti büyüklerin masumdur, cemaat liderlerin masumdur. Mürebbi şeyhlerin masumdur. Enternasyonal cinayet gerillaların masumdur. Yusuf haksız olduğu için kuyudadır(!) Yakub”un gözleri kör nedenlerden kör olmuştur(!) Nuh’a inanmayanlar kârlı çıkmıştır(!). Zekerriya direnci boşunadır(!) Salih’ i n devesi hiçten gitmiştir. Musa Firavun’la uzlaşsa dünya sorunu bitecektir(!) İsa ne diye çarmıha gerilmiştir(!) Davut ne diye taş atmıştır(!) Muhammed (as) Mekkeliler ile anlaşsa hükümdardı (!) Halbuki senin gibi gemisini yürüten kaptandır dese ne vardı(!)?
Ey Kavmim sen ki peygamberleri beğenmedin beni mi beğeneceksin?
Ey Kavmim sen ki peygamberleri dinlemedin beni mi dinleyeceksin?
Ey Kavmim sen nasıl bir şeysin sana diyeyim mi?
İş adamların ülkeni kalkındırmak için o kadar çalışırlar ki önlerinde iki büklüm arz-u ubudiyet eylersin. Solcuların yurtseverdir, sağcıların vatanperverdir. Sana menfaati dukunacağını düşündüğün her topçu , popçu, hukukçu senin vazgeçilmezindir. Senden olanı sosyal medyada takip eder, beğeni kor yorumlarsın. allame-i cihan olsa senden olmayanı kabullenmezsin.
Bankalar senin için vardır. Finans Kuruluşlarının endeksi halkın için barite çalışıp, kendileri için bir şey istemeyen Darülaceze kuruluşlarındır(!) Faizsiz kuruluşların katılımcı bankaların gusül abdesti aldıkları için masumdur. O kuruluşlara avukatlık yapan hukukçuların sanığın idamına, bilahare soyulmasına sonra dinlenmesine çalışan adalet savaşçılarındır(!) Politikacı sifonunda gezinenler ana sütü kadar helal emekleriyle Veysel Karani evlatları olarak “Nur-ül apak Tekke”nin çorbasını bekleyen hizmetkârlarındır. Belli ki bütün ahlaksızlıkların yegâne nedeni apaçık şeytandır. Senden olan her şey masumdur diğerleri haindir ve şeytanın adamlarıdır.
O halde
Ey Kavmim;
“Euzübillahimeşşeytanirrecim” de Firdevs cennetinde 2.4 yoğunlukta imar düzenlemesi nazım planına uygun yapılmış arsayı kap.!
Bu cennet senindir. Altından ırmaklar akan Adn cenneti senindir. Kâfirler için yaşasın cehennem!
Ey Kavmim sen ki peygamberleri dinlemedin beni mi dinleyeceksin?
Ey Kavmim;
Senin memleketinde Allah tanımı çok demokratiktir. Ne tatlı Allah’ın var ya Allah aşkına Hiçbir şeyden anlamayan ve senin dünya hayatına karışmayan. Yapacağın tek şey onun var olduğunu söylemen! Kâfir olma yeter “Benim dinim kutsaldır” de kurtul. Hiçbir emri yapma ama inkâr etme. Hümanist çığlıklarınla kalbinin temizliğinin ariel şaron pardon arilematikle Bosh makinasında yıkamaya devam et. Bu arada kahrolsun İsrail ama…
Ey kavmim;
Yumurta yiyince kaşıntın tutar, faiz yiyince rahatın bozulmaz, saygın işadamı olursun. Boynu kalın tosuncuk olur; himmetine nail olacaklarının hizmetinde olursun. Taksitli köle olsan ne yazar? Sen böylece hazza ve hıza kavuşursun. Sonuçta bir kere dünyaya gelmişsin o da çok mu? Benimse sana acı sözlerim var. Sana bir himmetim dokunmaz. Himmeti dokunmayanın irapta mahallini okumazsın.
Ah Kavmim ah!!
Ey Kavmim sen ki peygamberleri dinlemedin beni mi dinleyeceksin?
Ey Kavmim;
Başköşelere kurulursun. Faiz emtialarıyla zekâtını verir, hac yapar, umre yapar, ağlarsın. Öksüz yetimlerin anasını ağlattığını bilmezsin. Beni hiç, hiç bilmezsin. Umumhanelerde körpecik ana kuzularına kıyılırken arlanmazsın. Onları arsızlıkla suçlarken, cenabet gezmemenin haramlığından dem vuran haysiyet abidesi pozlarındasın. Nede arsızsın! Aynada sivilcelerinle ilgilenir kendini görmezsin. Senin verdiğin paradan düşen vergiyle ve sarhoşun rakısından imamların maaşı ödenir, kutsal bir katma değer kattığın için erkekliğinle gurur duyar, mazluma erkek, zalime ödlek olursun. Sen çok akıllısın. Bense sana göre psikopata bağlamış işini bilmeyen biriyim. Sen beni anlamazsın.
Ey kavmim;
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.
Korkarsın kendinden olmayan herkesten. Ve aslında sen kendinden bile korkarsın. Elinin tersiyle şehvetli dünyayı tokatlayanlara kızar, korkaklıkla suçlarsın. Oysa sen çok korkaksın. Korkundan Camiye gidersin. Hazreti İbrahim olsan, sana gönderilen kurbanı sen pazarda satarsın. Hazreti İsa’yı gözünün önünde çarmıha gerseler, sen çarmıhı yüklü fiyata efendilere kakalayamadığın ihale için ağlarsın. Gündüzleri Maria Magdalena’yı ‘fahişe’ diye taşlar, geceleri koynuna girmeye çabalarsın. Zebur’u, Tevrat’ı, İncil’i, Kuran’ı bilirsin. Hazreti Davud için üzülür ama Golyat’ı tutarsın. Tanrıya yakarır ama firavunlara taparsın. Musa Kızıldeniz’i açsa önünde, sen o denizden geçmezsin. Musa’ya; “geç Kızıldeniz’den Firavunu yen gel seninle oluruz” dersin.
Oysa Kavmim tilkinin başına ne gelse kurnazliğından gelir diyen atalarını niye dinlemezsin?
Ey kavmim;
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.
Dönüp de bakmazsın ölülerine. Etnik ayırımlarla kardeşlerini ayırırken efendilerin, en üstün benim kavgasında Hutu ve Zulu kabile milliyetçiliğinden de iğrenç milliyetçi olduğunu bilmeyen bir yobazsın sen. Her türlü tokadı bastığın evlatlarını aç bırakıp kaçakçı yapar, sonra vahşiden beter yıkar, vurur öldürürsün.
Üstüne Roboski edebiyatını ihmal etmezsin. Ana kuzucuklarını davulla zurnayla yolladığın ocaktan al bayraga teslim alırken attığın sloganlarla Telavive güç verirsin. Bu arada kahrolsun İsrail ama! Köşe yazarların ölülerin üzerinden pirim toplar, adam yerine konur ve sen kasılırsın.
Hazdan olmayacak mahvın. Acıyla karıldı harcın ama acıya da yabancısın. Ağıtları sen yakarsın ama kendi kulakların duymaz kendi ağıdını… Bir koyun sürüsünden çalar gibi çalarlar insanlarını ve sen bir koyun sürüsü gibi bakarsın çalınanlarına.
Ey kavmim;
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin. Sana yapılmadıkça işkenceye karşı çıkmazsın. Senin bedenine dokunmadıkça hiçbir acıyı duymazsın. Örümcek olsan mağarayı örmezsin. Sevgililer sevgilisi Resul-ı Zişan Hazreti Muhammed için mevlit kandilinde camiye koşarsın, kutlu doğum haftasında gül dağıtırsın. Ama saklandığı mağaraya bir ağ örmezsin. Sen ne takva numarası çeken ayaksın. Her koyun gibi kendi bacağından asılır, her koyun gibi tek başına melersin. Hazreti Hüseyin’in mübarek başı için ağlarsın. Muharrem de aşure olur dağılırsın. Mersiyeler ağıtlar olur akarsın. Gel gör ki mübarek başını alan Yezidin yanında durur, alkışlarsın. Muaviye’ye kızar ama ayaklanmazsın. Hazreti Ömer’i bıçaklayan ele sen bıçak olursun. “Adaletin bu mu dünya” türküsünü de dilinden düşürmezsin. Ali için mızrabın teline yanık türkülerin düşer, Ali’nin yaşamadığı bir dini Ali dini yapar bir hançerde sen sokarsın.
Ey kavmim;
Sen ki peygamberlerinin dediklerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.
Kadınlarının yaşmaklarına el uzattı diye Fransız gâvuruyla savaşa tutuşur, sonra başını örttü diye kızlarını okutmazsın. Dekolte medeniyet ölçün olur. Ne kadar transparansa o kadar cemiyet hayatının munis müdavimi saygın hanımefendisi yaparsın. Açıldıkça ve dahi saçıldıkça medeni çağdaş olurlar medeniyetin kara bahçesinde anaların. Bir karanlığa kızarken girdikleri karanlığın karanlığından bihaber methiyeler dizerler özgür köleliklerine. O zaman esas siyah giyer, kederle solar tenleri ama onları görmezsin.
Ey kavmim;
Sen ki peygamberlerinin dediklerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin
Her kuytulukta bir çocuğun vurulur, tinerci yaparsın ana kuzucuklarını, sokak çocuğu yapar aldırmazsın. Yo hayır aldırırsın. Rotary kulübünün çark amblemlerinin eşliğinde adlarına düzenlenen balolarına malzeme yapar, merhamet tüccarlığınla basına pozlar verirsin en şık giyinen mason evlatlarınla. Merhamet dilenir, şefkat dilenir, para dilenirsin. Ve nefret edersin dilencilerden. Utancı bilir ama utanmazsın.
Ah Kavmim;
Sen ki peygamberlerinin dediklerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.
Kasırgalar ortasında kanat çırpan kuşların tükendi, bitti, bilesin. Yeniden Zümrüdü Anka sayhası çeken Simurgların dilinde tek cümle bir aforizma “Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz” !!!
“Hırsız cenazelerine bine bine” her türlü çaldıklarınla, günahlarınla, Haristen miras hırsınla yorgun olan sen! kavgalarla, düşmanlıklarla, kızgınlıklarla yorgun olan sensin ey Kavmim!
Bencilliklerinle çatılıp alınmış sinirlerinden sonra çürük bir beden olarak diri bir mevta yorgunu olan sensin.
Ah Kavmim ah!!!
Sen ki peygamberlerinin dediklerini bile dinlemedin. Ben ne diyebilirim ki? “Desem tesiri yok! Demesem öldüm!” ” desem öldürürler denesem öldüm. ” A be Yunus söyleme derler . A ben öleyim mi söylemeyince?”
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.