35,2068$% 0.3
36,7672€% 0.92
44,3202£% 0.7
2.968,33%1,32
4.853,00%0,96
1- DENENME NEDİR?
Vahiy/Peygamberlik kurumuna dayanan İbrahimî monoteizmin “Din” davası, insan cinsinin “Denenme” davasıdır. Bu dava, Kur’an’da “Emanet” (33/72) ve “Hilafet” (2/30) olarak isimlendirilmiştir. Denenmenin mevzusu, özgür irade ile donatılan insanın, Tanrının varlığına iman etmesi, insanın kendini ve hemcinsini -ahlaki bağlamda- ıslah etmesi (103/1-3, 67/2); Tanrı tarafından kurulan ekolojik dengenin korunması (55/7-9); yeryüzünün imar edilmesidir (11/62); ve bu süreç içinde karşılaşılan zorluklara, sıkıntılara, zararlara sabır/metanet gösterme ve bu uğurda Allah’tan yardım talep (dua) etmektir (2/250). Denenme, Kur’an’da “Bela” ve “Fitne” kavramları ile ifade edilir (21/35, 20/40). Denenme sürecinde zorluk/meşakkat ve kolaylık iç içedir (95/5-6). Deneme süreci acı, sıkıntı, zorluk, ıstırap içerir (90/4). Deneme ortamı olan yeryüzü, insan için “sayılamayacak kadar (16/18) nimet, hayır, rızık, lütuf, ihsan, ikramlarla dolu; hem de musibet veya şerr (kötülük) potansiyelleri muhtevidir. İnsan cinsi de hem hayır/ihsan işleme; hem de şerr/kabih fiiller ortaya koymaya müheyyadır (91/7-10). Denemeyi kazanan, başka bir “Dünya (Ahiret)”da ödül (Cennet); kaybeden ise, ceza (Cehennem) ile karşılanır.
2- ALLAH: KÖTÜLÜ ORTAMI ‘YARATAN’ MI YOKSA KÖTÜLÜK ‘YAPAN’ MI?
Kur’an’da Allah, kendini “Deneme Ortamı/Zemini” yaratan olarak gösterir. Bu ortam, sayılamayacak kadar nimetlerle ve İnsana dokunma ihtimali/imkânı olan bazı kötülük (musibet-şerr) potansiyellerini mündemiç/muhtevidir. İnsanın kötülük yapma kabiliyeti ve doğadaki/yeryüzündeki depremler, yanardağ patlamaları, salgın hastalıklara sebebiyet veren virüsler, kasırgalar, orman yangınları, kuraklık…vs, bunlardandır. Kur’an’da “Musibet” veya “Şerr” olarak nitelenen bu olgusallıkların Allah’ın ilmi ve iradesi ile yeryüzüne konulduğu, gayet açıktır: “Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan (olgusal olarak gerçekleşmeden) önce, bir yasa ile belirlemiş olmayalım. Şüphesiz bu, Allah için kolaydır.” (57/22). “Allah’ın izni olmadan, hiçbir musibet başa gelmez.” (64/11). “Allah’ın yasasında olmayan hiçbir musibet gelip bize dokunmaz.” (9/51). Müminlerin ağzından çıkan bu son değerlendirme, insanların/müşriklerin müminlere saldırma/savaş açma potansiyelini ifade eder; yoksa Allah’ın, müşrikleri, müminlerin üzerine (hâşâ) kışkırtmasını/salmasını değil. Allah, “olay(musibet)” çıkaracak bir ortam yaratmıştır; musibet olaylarını Allah “çıkarmaz”. İnsanların, kendi iradeleri ile hazırlayacakları ve denenecekleri fesat, felaket, ihtilaf, ayartı, zulüm, baskı, kargaşa… (Fitne) ortamlarında, günahsız-masum insanlar bile harcanabilir (8/25). Kur’anda hiçbir yerde “musibet” ve “şerr” fiillerinin “failliği”, Allah’a nispet/izafe edilmez.
Özetle, Allah, “Olağan-üstü Hal” dönemleri olan peygamber gönderdiği toplumların mucize talebinde bulunup, sonra da inat ve inkârda ısrar ettikleri için “Helak” ettiği kavimler hariç (5/111-115,43/55…); “kast-ı mahsus” olarak, hedef gözeterek, bir kötülüğü (musibet-şerr) manipüle ederek insanlara “Bakayım, bunlar, bu kötülük/azap/işkence, zarar, sıkıntı, ölüm, yaralanma… üzerine bana isyan mı edecekler; yoksa sabır gösterip kabullenecekler mi?” diye bir şey yapmaz. Böyle bir davranış Rahman, Rahim, Adil, Hikmet sahibi bir Allah’a yakışmaz. Bu ahlaki karakter, Kur’an’da “Sünnetullah” olarak nitelenir (33/62, 35/43). Oysa iman etmek başta olmak üzere, insanları ıslah (salih amel) ve yeryüzünü imar etme “İmtihan Davası” uğrunda girişilen çabalar (cihad) esnasında karşılaşılan musibet ve şerr(kötülük)lere sabretmek ve Allah’tan dua ile yardım talep etmek anlamlı olabilir. “…sabredenleri müjdele” (2/155) ihbarı, dâvâsı olan bir denenmeyi kazananlara yapılmıştır; yoksa “sabretme”nin bizzat kendisinin bir “dâvâ” olduğu bir denenmeye değil. Önceki bir yazımda belirttiğim gibi, musibet potansiyellerini “Felaket” veya “Afet”e dönüştüren, insanların cehaletleri, ihmalleri, ihanetleri, zafiyetleri ve sorumsuzluklarıdır. Failleri müşterek ve müteselsil olarak insanların kendileridir ve çoğuldur (30/41, 39/51, 42/30, 44/38…)
3-SÜNNİLİK VE MU’TEZİLENİN HATASI
Eş’arîliğin, “Efalu’l-ibad= insanların iradi fiilleri” dahil olmak üzere, bütün doğal musibetlerin de “Kast-ı mahsus” olmak üzere, “Hikmetinden sual olunmayan” bir Allah tarafından irade edildiği-yazıldığı ve yaratıldığı (Kader) görüşünde olduğu müsellemdir. Sünnîlik, doğal musibetleri Allah’ın insanlara ihtar, ibret, ikaz, ceza/kefaret ve sabır gösterip göstermeyeceklerini görmek için gönderdiği kanaatindedir. Maturîdîlik ve Mu’tezilenin, insanların iradi fiillerinin kendilerine ait olduğu ve yaptıklarından sorumlu oldukları görüşünde oldukları da bilinmektedir. Ancak, doğal musibetlerin Allah tarafından insanlara musallat edildiği konusunda Mu’tezile ve Maturîdîlik hemfikirdirler. Mu’tezîlî Şerif El-Murtaza, 2/155 ayetini delil göstererek musibetlerin “Failliğini” Allah’a izafe ederken; insanlardan sadır olan kötülükleri, insanlara izafe etmektedir (Şerif el Murtaza, Cebir ve Kader Kıskacında İnsan Özgürlüğü. Çev. M. Esen. Ank. 2012. s. 35 vd.). Bu ayetin ifade ettiği anlamın “Denenme Ortamında kötülüğün mündemiç olması” olduğu; kast-ı mahsus olmak üzere herhangi bir topluma veya kişiye yöneltilmesinin/hedef alınmasının ilahi hikmet gereği mümkün olmadığını belirtmiştik.
Mu’tezilenin geç dönem ünlü temsilcilerinden –Sünnî etki altında olduğu bilinen- Kadı Abdulcabbar da, insana dokunup ona “elem” veren musibetleri, “ibret” ve karşılığının Ahirette “tazminat (ıvaz)” olarak ödeneceği Allah’ın fiilleri olarak görmektedir (Kadı Abdulcabbar, Şerhu’l-Usuli’l-Hamse. Kahire. 1988. s. 458-459). Hasılı, Mu’tezile de Allah’ın, dünyada insana acı, ölüm, hastalık, ıstırap, zarar…veren musibetleri insanlara “kast-ı mahsus” olarak verip; karşılığında Ahirette onlara ödül vereceği şeklindeki “Hikmetsiz” bir işi/eylemi/fiili Allah’a yakıştırabilmektedir. İnsanların kendileri veya geçmiş nesillerin cehaleti, ihmali veya ihaneti ile müşterek ve müteselsil sorumsuzlukla meydana gelen musibetlerde, felaketlerde veya afetlerde ölenlerin/kurbanların, “şehit” olduğu yorumu da, özü itibari ile yanlıştır. Ölenlerin yakınlarını teskin etmeye dönük bu yorum, bir doğa olayının, örneğin Depremin “felaket” e dönüşmesinin faillerinin sorumluluğunun üstünü örtmekte ve felaket olayını (musibet-şerr) doğrudan Allah’a hamletmektedir. Oysa Allah: “İçinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmayıp, masumlara dokunacak bir fitne, fesat ve felaketten sakının” (8/25) diyerek, insanın içinde bulunduğu denenme “risk”inin ciddiyetini vurgulamaktadır. Haşa, bu fitnenin (felaket-işkence) “faili” Allah değildir. Felaket ve Afetlerde ölenler için “Allah rahmet eylesin” ve yakınlarına: “Allah, sabir ve metanet versin” duaları yapılabilir.
4-SONUÇ
Kur’an: “Allah’a iftira edenden daha zalim kim vardır?” (6/21, 93, 144; 10/17, 11/18, 39/68…) ve “Biz, insanlara zulmetmeyiz; fakat, insanlar, kendi kendilerine zulmederler.” (11/101, 16/118, 43/76…) diye buyurmaktadır. Sünnîlik ve Mu’tezile, insana elem ve ölüm doğurabilen musibetlerin/şerlerin, Allah tarafından “kast-ı mahsus” olmak üzere hedef gözeterek ihtar, ikaz, ceza, kefaret, temizleme… amacı ile insanlara isabet ettirildiği yorumu ile Allah’a iftira etmektedirler. Bu yoruma göre, insanlığın musibetleri azaltma faaliyeti, örneğin, insan ömrünü uzatma (Avrupa’nın ortalama ömür süresi orta çağlarda 17 sene iken; şimdilerde 80-90), hastalıkları önleme, felaketleri-afetleri azaltma, sakat doğumları önleme… faaliyeti, Allah’ın ikaz, ibret, ihtar, kefaret… işine karışma, onun iradesine karşı çıkma-meydan okuma anlamına gelmektedir. Bu işte de başı çekenler, tek bir Tanrı’ya inanmayan Japonlar ve son iki yüzyıldır “Tanrının Ölümü”nü ilan eden Avrupalılar gelmektedirler. Sünnîliğin meşhur bir “Hadis”i itikat haline getirdiği gibi, eğer: “Dünya, müminin cehennemi ve kafirlerin cenneti” ise; Kur’an, neden: “Rabbimiz, bize Dünyada da Ahirette de hayır ve ihsan ver.” (2/201, 7/156) diye dua etmemizi istemektedir?
Felaketlerden sonra müminlerin başvurdukları ve dillerine pelesenk ettikleri: “Allah’ım, ülkemize bir daha böyle bir felaket gösterme.” İfadesi, sanki felaketi gönderenin/failin Allah olduğu inancına dayandığı için, külliyen yanlıştır ve Allah’a iftiradır. Sonuç olarak cehaletin, dogmatizmin, taklidin yaygın olduğu dinsel toplumlarda bir kanaatin/yorumun yaygın kitleselliği ve uzun süren ömrü/tarihi, onun doğruluğunun delili/kanıtı olarak görülür. Oysa Allah, Kur’an’da daima gerekçeli, key, izen, hatta, lealle…) konuşur; delile, burhana, beyana, hikmete ve ilme dayanır. Tezlerimize itirazı olan, Ebu Hanife’nin “Bir ayetin nüzulünü/sübutunu inkâr etmeden; tevilinde yaptığı hatadan dolayı kimse tekfir edilemez” muhalled ilkesi gereğince, tekfir etmeden, terbiyeli ve gerekçeli bir şekilde konuşsun.
DÜŞÜNMENİN ÜÇ DİNAMİĞİ VE DİN!
Hocam bu yazınız ve ortaya delilleriyle açıkça belirttiğiniz üzere şimdi şu an ve geçmişte kul yaratıcısına iftiradan, suçlamadan hiç de geri durmuyor ve mütemadiyen bütün bu felaketleri musibetleri Allah’a ihale etmekte,suclamaktadir ve bunu güya dinin gereği gibi dua gibi algılamıştir.Bu algılamaları günümüzün ve daha da geçmiş insanlık tarihinin sahtekar , hiçbir ilmî, araştırması yetkisi,liyakati olmayan dinciler sözüm ona kendisini din bilgini gibi gösteren din zalimleri bu iftiralara sebeb olmuşlardır ve cahil insanlarda bunlara inanarak Tanrıyı suclamakta iftira etmekte bir sakınca gormemislerdir.Bu değerli yazınıza yaptığım yorumda haddimi aştım ise başta yüce Allah’tan ve sizden özür dilerim ve affınıza sığınırım.kaleminize emeğinize sağlık saygılar sunarım.