DOLAR

35,2068$% 0.3

EURO

36,7672% 0.92

STERLİN

44,3202£% 0.7

GRAM ALTIN

2.968,33%1,32

ÇEYREK ALTIN

4.853,00%0,96

Malatya PARÇALI AZ BULUTLU
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

NEDEN HUKUK TANIMIYORUZ!

Hukukun tecelli etmesi için, bireylerdeki vicdanın diri olması, doğru tartması, bunun için de düşüncenin aktif olması gerekir. Taklit ve kör-inanç, mezhep taassubu yaratır; bu da adalet terazisini bozar. İLHAMİ GÜLER 1 Aralık 2024

Tanım-Teori

Hukuk, adalet arayışı anlamında Rahmaniyyetin tecellisi olarak tarafsızlık veya haklıdan yana olmaktır. Haklıya hakkını, haksıza cezasını vermektir. “Biz” demeye en uygun/temel kriter, hukuk ve adaletin terazisidir. Akrabalık, çıkar birlikteliği, inanç birlikteliği gözetmez: “Emaneti/kamusal sorumluluğu-görevi ehline vermek” (4/58), temel prensiptir. “Ey iman edenler, kendiniz (müminler), ana-babanız ve en yakınlarınız aleyhine de olsa, Allah için şahitlik yaparak adaleti ayakta tutun. Zengin veya fakirliği de kriter olarak almayın. Allah, bu hususta onlara sizden daha yakındır. Adaleti yerine getirmede nefsinize (içgüdülerinize), kendinize uymayın. Eğer konuyu çarpıtırsanız veya şahitlikten çekinirseniz; Allah, yaptıklarınızdan haberdardır” (4/135). Musa (a.s), kabile asabiyeti yüzünden bir kişiyi öldürdükten sonra, yaptığının yanlış olduğunu anlayınca: “Bu şeytanın işidir; o, apaçık ayartıcı bir düşmandır” (28/15) demişti. Zira; “Peygamberler, kişisel vicdanı, toplumların tarihinde yaşanan olaylarda ifadesini bulan kâinatın manevi düzeni ile yüzleşmeye davet ediyorlardı. Adalet mücadelesi, tarihsel bir eylem meselesi idi. Dolaysıyla peygamberlerin en tutarlı takipçilerinin gözünde kişiler arası eşitlikçi adalet, uygar yaşamın en yüce değeri haline geldi. Öyle ki, gerektiğinde adaleti sağlamak uğruna diğer sanatlardan ve müreffeh bir hayattan bile vazgeçilebilirdi” (Marshall. G. S. Hodgson, İslam’ın Serüveni. Çev: Berkay Ersöz. Ank. 2024. S.160). “İbrahimi ve Mazdacı geleneklerin genel görüş tarzı, cemaat (ümmet) aracılığı ile tarihte adaleti gözetmek diye özetlenebilir. Bütün peygamberler, adil eylemin en üstün dinsel etkinlik olduğunu vurgulamışlardır. Özellikle bireysel kişisel benlik farkındalığı ile ilgilenen Hint kökenli geleneklerin (Mistisizm-Tasavvuf/İG) aksine, -halkçı olsun olmasın- İran-Sami gelenekleri, kişiler arası adalet meselesine önem vermişlerdir” (Marshall, a.g.e., s 174).

Tanrı nezdinde kıymetli-kıymetsiz olmanın iki kriteri vardır: 1-İman-Küfür. 2- Adalet-Zulüm. İnsanlar nezdinde bu kriter tektir: Adalet ve zulüm. Birincisi, Allah ile insan arasındadır; bizi ilgilendirmez (“Dinde zorlama yoktur”, 2/256). Hukukun tecelli etmesi için, bireylerdeki vicdanın diri olması, doğru tartması, bunun için de düşüncenin aktif olması gerekir. Taklit ve kör-inanç, mezhep taassubu yaratır; bu da adalet terazisini bozar.

Devrimci-Seküler “Biz”

Osmanlı Devleti, çöküşüne doğru “Tanzimat” döneminde geliştirdiği “Mecelle” ve “Kanun-i Esasi” ile “Hukuk Devleti” olmaya başlamıştı. Ömrü yetmedi, öldü. Cumhuriyet, bir dizi “Kültür Devrimi” ile kuruldu. 1950’lerden itibaren Batı’ya yaklaşarak hukuk yapmada ve hukuki kurumlar geliştirmede epeyce mesafe almıştı. Ancak, hukuka “uyma” ve “denetleme”de her zaman sorunlar olmuştur. Darbeler, hukuka uymadaki başarısızlıkların bir göstergesidir. Kültürel devrim yaşamış bir toplum olmamız hasebi ile bizde “siyaset”, güç istenci, tahakküm tutkusu, iradesini tenfiz etmek için “hukuk” kavramını, kanun “sopa”sının kılıfı olarak kullanılmıştır. Bu, dün böyleydi; bugün de böyle. Toplumun bütün kesimlerinin ortak maslahatını ve güvenliğini sağlayacak, konsensüse (icma-şura) dayalı bir hukuk yaratma aşamasına gelemiyoruz. Daima “Madem öyle; işte böyle” veya “Sen öyle yaparsan; ben de böyle yaparım” (kin, intikam, rövanş) modundayız.

Mezhebî/Mütedeyyin “Biz” 

Dinî itikat birlikteliği, inananlara kendiliğinden/de facto dogmatik (gerekçe getirmeksizin) bir doğruluk vehmi/zannı yaratır: “Bizden olan, kesinlikle haklıdır.” Mezhep altı “mikro-mezhep”ler olan tarikat ve cemaatlerde de aynı zihniyet egemendir. Bunlar, kendilerinin dinî anlamda “doğru yol”da (sırat-ı müstakim) oldukları zannı ve vehmi ile kolayca “Minareyi (daha küçük bir şeyi değil!) çalıp kılıfına uydurma”, “Hile-i Şeriyye”ler ve “Kitabına uydurmalar”, yani hukuksuzluklar yaparlar. Sözde veya samimiyetle “Allah rızası” için, gözlerini kırpmadan hukuksuzluk ve zulüm işleyebilirler. Çünkü kriter, kendilerinin kör-inançlarıdır; yazılı yasalar, argüman, delil, kanıt değil. Türkiye’de muhafazakârların mağduriyet psikolojisi, hukuka uymada önemli bir handikaptır. “Hizmet Hareketi” namı ile bir “cemaat”in yaptığı “kumpas”ları, “soru çalma”ları vb. hepimiz hatırlıyoruz. Takiyye yapan bu cemaat, 15 Temmuz’da deşifre edildikten sonra, bunların hakkında başlatılan tahkikatlarda “KHK” ile nice yaşın yanında kurunun da -hukuksuzca- yakıldığını, hem de dinî/mezhebî-meşrebî saiklerle bunun yapıldığını biliyoruz. Bu tevkif-tahkikatlarda kılı-kırk yararcasına bir titizlik gösterilmesi yerine; “günah keçisi” ve “şeytanlaştırma” süreçlerinin işlediğini biliyoruz. Tarikatların, “kamu hazinesi”nden “vakıf” adı altında mal-mülk-menfaat devşirmeleri ve bunu onlara “peşkeş” çekenlerin de hile-i şeriyye ve kitabına uydurma makamında oldukları, izahtan varestedir. 

Ekonomik-Politik “Biz”

Günümüzde Türkiye’de politik “Biz” yani “Parti” oluşturmanın temel iki saiki mevcuttur: 1- Ekonomik çıkar tutkusu, 2- Politik tahakküm arzusu. Bir zamanların “Politik Yelpaze”si, yani “Merkez, Sağ, Sol” ve “Politik-İdeolojik Üçgen”, yani “Sol-Sosyal Demokrasi-Liberalizm-Muhafazakârlık”, dünyada da Türkiye’de de çoktan Post-Modern, Post-Hümanizm, Post-Truth, Trans-Hümanizm akımlarının un-ufak ettiği anlamsız kategoriler olarak kaldı. 2000’lerin başına kadar Türkiye’de Politik-İdeolojik “parti”lerin olduğunu söyleyebiliriz. Sağda DP, AP, ANAP, Millî Görüş partileri, MHP; solda CHP, sol-sosyalist partiler, Kürt partileri mevcuttu. 2000’li yılların başından itibaren AK Parti, sağ-muhafazakâr “boya”yı sabit tutarak iktisadi çıkar tutkusu (“Biraz da biz ölelim”) ve politik tahakküm arzusuna dönüştü. MHP, mafyöz ilişkilere evirildi; çağdaşlık-laiklik, Atatürk sembolik kapitallerini kullanarak CHP de “anonim şirket”e dönüştü. Kürt partileri, nispeten politik davalarını koruyarak ABD ve İsrail’in “proxy”lerine dönüştü. Bu yapılardaki “Biz”i oluşturan ortak bir ahlaki ülkü, ütopya, dava, ideal ve ideoloji yoktur. Başlıca motivasyon çıkar tutkusu ve güç istenci olduğu için, “hukuk”un esamesi okunmaz. Ülkemizde yalan, kandırma, tükürdüğünü yalama, “dün öyle-bugün böyle”, iki -hatta daha fazla- yüzlülük, kumpas, pusu…,  siyasetin tanımı (“siyaseten”) olarak görülünce; böyle bir ortamda “hukuk” tan bahsetmek, müstehildir. Konfüçyüs’e atfedilen: “Arsızlar ‘güçlü’ olunca; haklılar ‘suçlu’ olurmuş” özdeyişi, durumumuzu epeyce özetliyor gibi. Türk toplumunda “Balık baştan koktuğu” için ve “Hal, sâri olduğu” için; halk da siyasilere bakarak aynı şeyi yapıyor; kendi sorununu, kendi başına veya çeteleşerek çözüyor.

Sonuç

Hukuk yapmanın, yani adaleti tahakkuk/tenfiz etmenin evrensel iki kaynağı vardır: 1- Ahlak 2- Menfaatin altın kuralı olan: “Sana yapılmasını istemediğin şeyi, başkasına yapma” veya “Sana nasıl davranılmasını istiyorsan, başkalarına da öyle davran”. Batı toplumları, uzun süren din, çıkar ve ırkçılık iç savaşlarından yorgun düştükleri için, -ahlak ile değil- ikinci kuralı keşfederek kurtulmuşlardır. Bizde de hukuk yapacak yeterlikte ahlak ve vicdan olmadığına göre; ikinci kuralı keşfetmek zorundayız. Zamanı çoktan geldi ve geçiyor. Başka çaremiz yoktur. Aynının/kendinin bilinci, genellikle güç istenci, istiğna, iç-güdü, kör-inanç, refah, arzu, heva peşinde koşar (siyaset). Dinleme, ötekinin sesi-yüzü, başkasının bakışı, ötekinin mağduriyeti-ihtiyaçlarını gözetme, doğru bir “hukuk”a imkân verir. Ancak, bu (ahlaki saik) Türkiye’de şimdilik “imkânsız”. Büyük ölçüde güç istenci ve çıkar tutkusu ile motive olmuş bir “Biz/Siyaset” ekibinin, herkesin/kamunun/hukukun koruyucu kılıcı-meleği olacak yeni ve “sivil” bir anayasa yapma teklifi/talebi siyasi bir manevra, bir ironi, bir şaka-mizah olabilir. Oysa “Uygarlığın sanatlarından biri de, resmen dokunulmaz (Tanrısal-İG) kılınmış olan adalet sanatıydı. Bir yönetici, sadece ihtişamlı bir saraya veya göz kamaştırıcı başarılarla dolu bir sicile sahip olduğu için değil; aynı zamanda adil yasalar koyduğu, hukuku adaletli biçimde uyguladığı için de kendiyle gurur duyabilirdi. Bu itibarla, kişisel vicdani gelişim, uygar sanatlar arasında öne çıkarken; adaleti sağlamaktan duyulan gururun da, daha fazla önem kazanması beklenir.” (Marshall, a.g.e., s.147)

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Sıradaki haber:

TOPLUMDAN ERDOĞAN’A KIRMIZI KART!

HIZLI YORUM YAP