DOLAR

35,4955$% 0.18

EURO

36,2768% -0.14

STERLİN

43,2061£% -0.13

GRAM ALTIN

3.039,95%-0,79

ÇEYREK ALTIN

4.960,00%-0,12

Malatya KAPALI
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

TANRI’YI “ÖLDÜRMEK” VE ALLAH’I “KULLANMAK”: CESARET VE KURNAZLIK

Tanrı’nın “öldürülmesi” (Nietzsche’nin tasvir ettiği Hristiyan Tanrı), bir “istiğna”yı gizlediği gibi; bir yanı ile de bir dürüstlüğü, mertliği, cüreti, düelloyu ifade eder. Ancak Müslümanların yaptığı (Allah’ı kullanma), -bir tür kurnazlık olarak- onların yaptığından daha az kötü bir şey değildir.

1. Tanrı’nın Öldürülmesi

Yunanlar ve pagan Romalılar, kendilerinde bulunmayan bir niteliği Tanrılarına vermezlerdi. Tanrıları, doğalarının ve içgüdülerinin bir yansımasıydı. “Bu insan, gözlerini yukarıya kaldırıp gökyüzüne saygıyla bakmaz; tersine, erk tutkusu ve gururla dolu olduğu için, aşağıya doğru, düşman ve kıskanç gözlerle yeryüzüne bakar. Tanrı’dan gitgide daha çok uzaklaşır ve deneysel şeylerin dünyasına gitgide daha çok gömülür. Sekülerleşme onun kaderidir; “kahramanlık”, başlıca yaşam duygusu; tragedya ise, nihai amacı.”… “Kahramanlık ya da Prometheusçuluk çağları, özellikle dinamik hareketli ve etkindir. Roma, erkinin doruğunda kendini böyle hissetmişti. 16’ncı yüzyıldan sonraki German Roma Batı’sında da bu prototip egemen olmuştur. Son dört yüzyılın Prometheusçu Batı kültürü, bu prototipin iyi bir örneğidir” (P. A. Sorokin, Bir Bunalım Çağında Toplum Felsefeleri. Çev: Mete Tuçay. İst. 1972. S.117). Orta Çağ’da Kilise’nin yarattığı Tanrı imgesi böyle değildi. İnsanın bedenine/biyolojisine adeta düşmandı. Kilise, bir “ruhbanlık”tı. Nietzsche, Kilise’nin yarattığı bu Tanrı imgesini şöyle eleştirir: “Hristiyan Tanrı kavramı -hasta tanrısı olarak tanrı, örümcek olarak tanrı, tin olarak tanrı- yeryüzünde ulaşılmış en yoz tanrı kavramlarından biridir; belki de, tanrı tipinin batış sürecindeki en düşük seviyeyi temsil eder. Tanrı’nın, yaşamın aydınlanması ve ebedi ‘evet’i onaylamak yerine, yaşamı çelecek kadar yozlaşması! Tanrı’da yaşamın ve yaşama isteğinin düşman ilan edilmesi!” (F. Nietzsche, Deccal. Çev: Oruç Aruoba. İst. 1995. S.29).

Aydınlanma, Rönesans, Reform, Fransız Devrimi ve Endüstri Devrimi süreçleri ile Batı, Kilise’nin yarattığı din (Hristiyanlık) ve Tanrı imgesini reddederek, asli kökleri olan Yunan ve Roma’ya geri döndü. Nietzsche, bu süreci Prometheusçu, kahraman insanın bir “düellosu” olarak veya “Tanrının öldürülmesi” olarak niteler. Nietzsche, kaçık adamın, Tanrı’nın ölümünü pazaryerinde ilan edişini şöyle anlatır: “… Kaçık adam, onların ortasına atılıp bakışları ile onları delip geçerek: ‘Tanrı, nerede?’ diye sorar; şunu da söyleyeceğim; onu biz öldürdük -sizlerle ben-. Onun katiliyiz hepimiz. Ama bunu nasıl yaptık; denizi kim içebilir? Bütün ufku silmemiz için elimize bu süngeri kim verdi? Güneşinin zincirlerinden koparırken, biz, ne yaptık yeryüzünde? Nereye gidiyor şimdi dünya; biz, nereye gidiyoruz? Bütün güneşlerden uzağa mı? Sürekli, boş yere, geriye, öne, yana, bütün yönlere atılıp durmuyor muyuz? ‘Üst-alt’ kaldı mı? Sanki sonsuz bir hiçte yolumuzu yitirmiyor muyuz? Boş uzayın soluğunu hissetmiyor muyuz? Giderek daha çok gece daha çok gece gelmiyor mu? Öğleden önce fenerleri yakmamız gerekmiyor mu? Hava giderek soğumuyor mu? Tanrı’yı gömen mezar kazıcıların yaygarasından başka bir ses duyuyor muyuz? Tanrı’nın çürümesinden başka bir koku duyuyor muyuz? Tanrı, çok çürüdü. Tanrı öldü! Tanrı öldü! Tanrı öldü! Tanrı öldü gitti!…” (M. Heidegger, Nietzsche’nin “Tanrı Öldü” Sözü. Çev: L. Özşar. Bursa. 2001. S.16) Tanrı’nın ölümünden sonra Avrupa’da (Utulitarizm/J.S Mill-J. Benham) ve Amerika’da (Pragmatizm/W. James-J. Dewey) ahlak ve din felsefesi, Hristiyanlığın peşine takıldığı Yeni-Platoncu “Gerçek/Hakikat” arayışı olmaktan çıkıp “Bugünü nasıl daha zengin bir geleceğe dönüştürebiliriz?” arayışına dönüşmüştür. (P. Watson, Hiçlik Çağı (Tanrı’nın Ölümünden Sonra Dünya). Çev: B. Mete-D. Eraş. İst. 2024. S.69)

2. Allah’ın Kullanılması

Kur’an: “Dikkat edin, şeytan (ğarur=ayartıcı), sizi, Allah ile aldatmasın” (31/33, 35/5, 57/14) uyarısında bulunur. Bu günah, müşriklerin içine düştükleri: “Allah’ı(n kişiliğini/karakterini) gereği gibi doğru takdir edememek” (6/91, 22/74, 39/67) yüzünden işlenir. Bu günahı, Müslümanlar da, başlıca üç şekilde işlemişlerdir.

a) Kadercilik: 

Kadercilik, cahil veya art-niyetli insanların, Allah’a saygı ve tazim adı altında ona iftira atmalarıdır. Kur’an: “Allah’a iftira atandan daha zalim kim olabilir?” (6/21, 7/37, 10/17…) diye, bu suçu işleyenleri kınar. Sünniliği büyük ölçüde belirleyen Eş’arilik, bu günahı işlemiştir. Oysa Allah, Kur’an’da baştan sona kadar, kendi-külli iradesinin, insanın cüzî-iradesine bağlı olarak tecelli ettiğini vurgular. İslam düşünce tarihinde Mutezile ve Maturidilik, bu görüşü dile getirmeye çalışmıştır. Allah’ın karakterini yansıtan “Esma-i Hüsna”yı “Sünnetullah” çerçevesinde yorumlamaya çalışmışlardır. (Geniş bilgi için bkz. İlhami Güler, Allah’ın Ahlakiliği Sorunu. Ank. 1998.) Merhum Mehmet Akif, Safahat adlı manzum eserinde Sünniliği belirleyen Eş’ariliğin kaderciliğinin şekillendirdiği mümin/müslim tipini şöyle eleştirir:

……….

“Demek ki: her şeyin Allah…Yanaşman, ırgatın O;

Çoluk-çocuk, O’na ait: lalan, bacın, dadın O;

Vekil-i harcın O; kâhyan, müdir-i veznen O;

Alış, seninse de; verişten mesul olan O;

Denizde cenk olacakmış, gemin O, kaptanın O; 

Ya ordu lazımmış, askerin-kumandanın O;

Köyün yasakçısı, şehrin de baş muhassılı O;

Tabib-i aile, eczacı… hepsi hasılı O;

Ya sen nesin? “Mütevekkil”! Yutulmaz artık bu!

Biraz da saygı gerektir; ne saygısızlık bu!

Hudâ’yı kendine kul yaptı; kendi oldu Hüdâ;

Utanmadan da “Tevekkül” diyor bu cürete… Ha?” 

(M. Akif. Safahat. İst. 1985. S.268)

……….

b) Kaldıraç

Kur’an’da Cihat ve Fütuhat, İslam toplumunu mütecaviz saldırılardan korumak ve İslam’ın barış ortamında yayılmasını (tebliğ) sağlamak için önerilmiş iken; erken dönemlerden itibaren Araplar, bu iki kavramı istismar ederek, kendilerine ekonomik gelir (ganimet) ve siyasal nüfuz elde etmek için bir “kaldıraç” olarak kullanmışlardır. Kur’an’ın nazil olduğu dönemlerde Müslümanlar ile “sürekli düşmanlık ve savaş durumu”nu müşrikler yaratmış; Müslümanlar, savunma-korunma durumunda iken; daha sonraları geliştirilen, zulüm yerine, “küfr”ün “düşmanlık” sebebi olarak vazedilmesi ve gayrimüslimlerle “sürekli savaş” (Daru’l-Harp) hali ilan edilerek, durduk yerde etrafa saldırı yapmak meşrulaştırılmıştır. Komutanlar, ganimet ve kabile asabiyeti saikinin karışık olduğu din savaşlarında (cihat-fütuhat), askerlerine: “Allah, Allah” nidaları ile hücum-saldırı emri vermişlerdir. Hatta sükûnet/barış/anlaşma halinde bile, her bahar bir sefere çıkılması gerektiği yönünde fetvalar verilmiştir. Vergi gelirleri düşmesin diye, insanların “Müslüman” olmaları, hoş görülmemiştir. M. A. Cabiri’nin, Arap Aklının Siyasal Yapısı adlı kitabını okumak, “Fütuhat-Cihat”taki Kabile, Ganimet ve Dinin yerini/oranını görmek için yeterlidir. Benzer motivasyon, -bir yönü ile- göçebe ve asker Türklerde “Gazâ (ğazve=baskın, saldırı, talan, işgal)” kavramı ile dile getirilmiştir. Köroğlu’nun: “Eğri kılıç, kınında paslanmamalıdır” deyişi ve “Gazi” kavramının “Şehitlik” ile akrabalandırılması, “Ganimet Ekonomisi” ile din-İslam-Allah arasındaki ilişkiyi ifade eder: “Hay’dan gelen, Hu’ya gider.”

c) Kisb-i Kâr/Rant

Türkiye’de son 25 yıldır din/İslam (Allah), büyük ölçüde siyaset aracılığı ile ekonomik kâr/rant elde etmek için kullanılıyor. Kendini bilen dürüst dindarları tenzih ederim. “İnşaat ya Resulullah!”, bu süreci ifade eden bir deyimdir. İşin iyice cılkı çıktı. Görünüşte ve sözde: “din-iman-Allah”; gerçekte ise, “han-hamam”. Şeytan, insanları “Allah” ile aldatıyor; insanlar da mümin kardeşlerini “Allah” diyerek aldatıyorlar. Rahmetli Y.N. Öztürk’ün Allah ile Aldatmak adlı kitabı, bu durumu gözler önüne sermektedir. İroniye bakın ki kitabın çıktığı ilk hafta kitapçıya almak için gittiğimde, kitabın kapağında “23. Baskı” yazıyordu. İhale verdiklerinden aldıkları “rüşvet”in -“komisyon” mu demeliydim?- günahını sildirmek için, müteahhide “cami” inşa ettiriyorlar (“Minareyi çalan, kılıfını uydurur”). “Bakara-makara” diyerek, adam kandırıyorlar. “Vakıf” özel mülkiyetin “kamu” hizmetine tahsis edilmesi iken; -Osmanlı dâhil- Türkiye’de kamu mülkiyetinin özel mülkiyete tahsis edilmesi anlamına geliyor. “Kitleler, Tanrı’yı kandırma (“kullanma” mı deseydi?) peşindedir” (Spinoza).

Allah ile Hakiki İlişki: Misak/Ahit/Akit (Sözleşme)

Tanrı’nın “öldürülmesi” (Nietzsche’nin tasvir ettiği Hristiyan Tanrı), bir “istiğna”yı gizlediği gibi; bir yanı ile de bir dürüstlüğü, mertliği, cüreti, düelloyu ifade eder. Ancak, Müslümanların yaptığı (Allah’ı kullanma), -bir tür kurnazlık olarak- onların yaptığından daha az kötü bir şey değildir. Kur’an, Allah ile insan arasındaki ilişkiyi “korku-umut” (havfan ve tamaaen, rağaben ve rehaben) üzerine kurar. Buna “takva” da diyebiliriz. Allah’ın şahsiyetini (Esma-i Hüsna/Sünnetullah) ve her konudaki hükmünü doğru/gereği gibi takdir etme kaygısı. Sürekli tetikte ve teyakkuzda olma durumu. Kendini/vicdanını kandırmama titizliği. Kül yutmama, uykusuz-uyanık olma. Söylenene kulak kesilme ve gözünü/gönlünü açık tutma hali. İnsana yüklenen “emanet/sorumluluk”, göklerin, yerin ve dağların yüklenmekten sakındığı kadar ağırdır (33/72). Allah ile insanlık arasındaki ilişki, özgür iki irade arasında gerçekleşen bir sözleşmedir (7/172). Başlangıcı “kulluk” ilişkisi olsa da; gelişmesi “dostluk/velayet” ilişkisidir (Kastımın, Tasavvufta geliştirilen ve Hristiyanlıktaki “aziz”lere benzeyen “velilik” ile bir ilişkisinin olmadığını belirtmek isterim).Tersi ise, istiğna/şeytanlık olarak O’na meydan okumak (Batı’nın durumu) veya hevaya uyma/hayvanlık olarak, onu kandırmaya/kullanmaya çalışmaktır (İslam dünyasının durumu). Özetle, “Dinini tilkiden (kurnaz) öğrenirsen; tavuk yemeyi sevap sanırsın” demişler.

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Sıradaki haber:

AKP DİYARBAKIR İL BAŞKANI ” ERDOĞAN NUH PEYGAMBERDİR ”

HIZLI YORUM YAP