42,5191$% 0.04
49,5894€% -0.02
56,8225£% 0.08
5.791,20%0,68
9.496,00%-0,08
WEF ve BM Gibi Kurumlar Nasıl Bir Dünya Planlıyor?
Dünya Ekonomik Forumu (WEF)
1971’de Klaus Schwab tarafından kuruldu. Resmi misyonu: “Küresel iş birliği ve sürdürülebilirlik.”
Ama pratiği: Özel sektörle hükümetleri iç içe geçirerek küresel yönetim modeli oluşturmak.
Büyük Sıfırlama (Great Reset)
Pandemi sürecinde WEF şu fikri ortaya attı:
“Dünyayı sıfırdan kuralım. Daha yeşil, daha adil, daha dijital bir toplum…”
Ama satır arası:
Ulusal hükümetler önemsizleşsin.
Özel mülkiyet yerine paylaşım ekonomisi.
Dijital kimlik, dijital para, dijital gözetim.
Projeleri:
8 Milyar insanlık için tek bir sağlık ve izleme sistemi.
Geleceğin Şehirleri (Smart Cities): Dijital, gözetlenen, bireysel özgürlüklerin yerini güvenliğe bıraktığı şehir modelleri.
Yapay et, böcek proteini, iklim teknolojileri: Gerçek gıdadan uzak, kontrol edilebilir bir tarım sistemi.
Birleşmiş Milletler (BM)
Kuruluş amacı barışı korumaktı. Şimdiki görev: Küresel yönetişim.
2030 Ajandası adı altında 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi ortaya koydu.
Bunlar kulağa iyi geliyor ama bazı maddeler dikkat çekici:
Eğitimde “tek tip” dijitalleşme,
Tarımda genetik müdahale ve iklim tabanlı düzenleme,
Göç politikalarının merkezden yönlendirilmesi.
Görünürde “hizmet”, gerçekte “dönüştürme” ve “kontrol” var.
“Sıcaklık” Dışında Hangi Korkularla İnsanlık Şekillendiriliyor?
Kullanılan Ana Korku Temaları:
1. Pandemiler
COVID-19 örneğinde gördük:
İnsanlar evlerinden çıkamadı, “Bilim” adına baskı kuruldu, Aşı şirketleri rekor kazanç elde etti, Dijital pasaport, QR kod ile yaşam başladı.
Ama sormak gerekir:
Bu virüs doğal mıydı?
Medya, neden hep aynı ağızdan konuştu?
“İlaç” neden tek seçenek olarak dayatıldı?
2. Terör Korkusu
11 Eylül sonrası dünya farklılaştı.
Havalimanlarında dijital kimlikler, tüm telefon, internet verileri izlenmeye başladı.
Devletler “güvenlik için özgürlüğü” sınırlandırdı.
Bu süreçte büyük gözetleme yazılımlarının satışı patladı.
Kimler kazandı? Aynı kişiler.
Finansal Çöküş
2008 krizinden sonra merkez bankaları tüm parayı “piyasaya pompaladı.”
Kimler toparladı? Büyük yatırım fonları: BlackRock, Vanguard…
Türkiye de ki reel para miktarı 8 yüz milyar TL iken bankalar 4 Trilyon TL dağıtıyor ve hiç kimseler böylesi bir yıkımın farkında bile değil!
Şimdi yeni korku: “Enflasyon, resesyon, borç krizi…”
Çözüm olarak: Merkez bankası dijital parası (CBDC) öneriliyor.
4. Gıda ve Su Krizi
Küresel gıda zincirleri kırılıyor. Tarım toprakları büyük fonlara satılıyor.
“Geleceğin gıdası: böcek, yapay et, laboratuvar ürünü protein.”Gerçek gıda, gerçek toprak zenginlere kalacak.
5. Yapay Zeka ve İşsizlik
“İnsanlar işsiz kalacak” korkusuyla toplum evrensel temel gelir sistemine yönlendiriliyor.
Bu gelir dijital para ile verilecek, ne aldığını, ne kadar aldığını ve harcama tarzının ve mekanlarının ne olduğuna kadar izlenip kontrol edildiği ve bir sonrasına dizayn edildiği bir yaşam!
Tam burada kilit bir duruma bir kez daha kapı açmak istiyorum. Türkiye’de AKP genel başkanı Erdoğan’ın sıklıkla tek devlet, tek millet, tek bayrak derken işte bu milliyetsizleştirme ve mülksüzleştirme projesinin taşeronluğunu yapıyordu, demiş olmam, seyrini verdiğim gelişmeler ile tam bir uyumluluk göstermez mi?
Bütün bunlar bir siyasetçinin sözleri değil, dünya düzenine dair derin bir çelişkiyi de ortaya koyuyor:
Milliyetçilik vurgusu yapan liderlerin bir kısmı, aynı anda küreselcilerin projelerine hizmet eder hale gelebiliyor. Bu bir çelişki gibi görünür ama aslında tam da sistemin işleyişidir.
Bu durumu birkaç başlıkta açıklayalım:
“Tek millet, tek devlet” söylemi neye hizmet eder?
Erdoğan’ın ve benzeri liderlerin (örneğin Orban, Modi, Bolsonaro gibi) kullandığı “tek devlet, tek millet” söylemleri aslında milliyetçi-muhafazakâr seçmene hitap eden bir çerçevedir.
Ama bu retoriğin pratikte neye hizmet ettiğine bakmak lazım.
Sözde “yerli ve milli”,
Pratikte ise küresel sermaye ile tam uyum.
Erdoğan’ın yıllardır uyguladığı politikalar arasında şunlar var:
IMF’den ayrıldık denmesine rağmen, 2020’den bu yana Londra merkezli finans kurumlarıyla yakın ilişki.
Kanal İstanbul, şehir hastaneleri, mega projeler gibi altyapı yatırımlarının çoğu Küresel sermaye, Arap fonları, Çin kredileri ile.
Tarımın çökmesi, küçük çiftçilerin iflası, büyük şirketlerin toprak toplaması-mülksüzleştirme.
Milli Eğitim müfredatında dijitalleşme ve “2030 BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri”ne tam uyum.
Dijital kimlik – e-devlet altyapısının güçlendirilmesi: Güvenlik için başlayan süreç, tam gözetim sistemine evriliyor.
Bu yüzden diyebiliriz ki: Erdoğan’ın “tek bayrak” söylemi tabana moral veriyor,
Ama arka planda uygulanan sistem, küresel planlara zemin hazırlıyor.
Küreselciliğin “Milliyetçilikle Maskelenmesi” Nasıl Çalışır?
Bu çok önemli bir taktik:
Halkın kimliğini milliyetçilikle besle ama o arada altyapıyı ve düzeni uluslarüstü yapılarla uyumlu hale getir.
Nasıl mı?
Bir yandan “dış güçler bizi istemiyor” söylemiyle millî bir direnç yaratılır ama diğer yandan SWIFT sistemi, NATO, Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, WEF ile uyum sürer.
Türkiye’de: Tarım politikaları FAO ve IMF çizgisinde şekillendi,
İklim politikaları Paris Anlaşması üzerinden BM’ye bağlandı,
Sağlık politikaları (özellikle pandemi döneminde) tamamen WHO çizgisindeydi.
Yani millî semboller korunurken, sistemsel bağımlılık derinleştirildi.
Taşeronluk mu, stratejik uyum mu?
Bu noktada şunu sormak gerekiyor:
Erdoğan ve benzeri liderler bilinçli olarak mı bu projelere taşeronluk ediyor,
yoksa küresel sistemin dışına çıkılamayacağını anlayıp “uyum stratejisi” mi izliyorlar?
Gerçek muhtemelen şu: Hem güçte kalmak için küresel odaklarla pazarlık ediyorlar,
Hem de içeride kendi tabanlarına “direniş hikayesi” anlatıyorlar.
Ama sonuç olarak:
Milli egemenlik gibi görünür ama küresel sistemsel bağımlılık büyür.
Türkiye’nin özel konumu
Türkiye, jeopolitik olarak çok kıymetli bir yerde: Doğu ile Batı arasında geçiş noktası,
Enerji hatlarının kavşağı, İslam dünyasının merkezi gibi algılanıyor.
Bu nedenle: Hem ABD-AB sistemine,
Hem Çin-Rusya alternatif bloklarına,
Hem de Arap sermayesine karşı denge politikası oynuyor.
Ama bu denge, çoğu zaman bağımsızlık değil, pazarlık gücü kazandırıyor.
Gerçek bağımsızlık ise; ekonomi, gıda, bilgi ve teknoloji üretiminde özgür olmakla mümkün.
Ve Türkiye şu anda bunlarda bağımlı.
Sonuç: Erdoğan ve Küresel Düzen
Erdoğan:
Kimi zaman küresel düzene kafa tutar gibi görünse de, uygulamada, o düzenin temel yapılarına hizmet edecek adımları attı.
Millî söylemlerle toplumun direniş refleksi törpüleniyor,
Bu sırada küresel mülksüzleştirme ve kimliksizleştirme projeleri hız kesmeden devam ediyor.
Öyle ki Türkiye’nin tarım bağımsızlığı, Dijital gözetim altyapısı, Eğitimdeki dönüşüm ve aile yapısının çözülmesi gibi konularda ki arızaların derinleşmesi.
Türkiye’nin Tarım Bağımsızlığı Nasıl Çökertildi?
Dijital Gözetim ve Altyapı: Sessizce Kurulan Kontrol Ağı
Eğitimde ve Ailede Dönüşüm: Toplumun Hafızası Nasıl Siliniyor?
Her biri bu ülkenin gerçek bağımsızlığına dair temel cephelerdir. Şimdi sırayla açalım.
Türkiye’nin Tarım Bağımsızlığı Nasıl Çökertildi?
Eskiden Nasıldı?
Türkiye 1980’lere kadar kendi kendine yeten 7 ülkeden biriydi.
Her bölgenin kendi üretimi vardı, yerel tohum ve çiftçi bilgeliği hâkimdi. Kendi gübresini, kendi yemini üreten bir sistem vardı
Ne Oldu da Çöktü?
a) 1980 sonrası IMF-Tarım politikaları
Özelleştirme ve serbest piyasa dayatmalarıyla Tarımsal Kamu Kurumları (TİGEM, SEK, Et-Balık, Süt Kurumu vs) birer birer kapatıldı.
“Devlet çiftçilik yapmasın” dendi.
Ama boşluğu çok uluslu tarım devleri (Cargill, Monsanto vs.) doldurdu.
b) 2006 Tarım Kanunu
Çiftçilere GSYH’nin %1’i destek sözü verildi ama bu hiç gerçekleşmedi.
Tohum Kanunu ile yerel tohum yasaklandı, hibrit ve patentli tohumlar teşvik edildi.
c) GDO, ithalat ve dışa bağımlılık
Saman bile ithal eder hale geldik.
Gıda fiyatı yüksek, üretici aç; çünkü sistem “aracıya ve ithalata” çalışıyor.
Sonuç:
Köylü mülksüzleşti, topraklarını ya sattı ya kiraya verdi.
Gençler köyden koptu, tarım yaşlandı.
Tarım = bağımsızlık olduğu için, bu alanın çökertilmesi ülkenin sinir sisteminin kesilmesi anlamına gelir.
Dijital Gözetim ve Altyapı: Sessizce Kurulan Kontrol Ağı
2000’ler Sonrası Türkiye’de Ne Oldu?
E-Devlet, HES Kodu, E-Reçete, E-Fatura…
Başta kolaylık gibi görünen her şey merkezi veri tabanı oluşturma anlamına gelir. “Dijitalleşme” Maskesi Altında Neler Oldu?
a) Veri birleştirme
Kişisel sağlık bilgileri, eğitim geçmişi, sosyal yardım verileri, banka hareketleri tek sistemde toplanıyor.
Bu, potansiyel olarak bireyin tam dijital profili anlamına gelir.
b) Pandemi Dönemi: Deneme Sahnesi
HES Kodu uygulamasıyla milyonlarca kişi QR tabanlı giriş-çıkış sistemine alıştırıldı.
“Toplumsal kabul” test edildi. Başarılı oldu.
c) e-Nabız, e-Kimlik, Dijital Para
Türkiye Merkez Bankası Dijital TL çalışmalarına başladı. Bu sistemle devlet istediği an:
Paranı izleyebilir,
Harcamalarını sınırlayabilir,
Hesabını dondurabilir.
Akıllı Şehirler” ve 5G
İstanbul, Ankara gibi büyük şehirler WEF tarafından pilot bölge seçildi.
Kamera sistemleri, plaka tanıma, yüz tanıma, yapay zeka ile davranış analizi…
Sonuç:
“Güvenlik”, “kolaylık” gibi kavramlarla herkes kendi kafesini kabul etti.
Tam izlenebilir, puanlanabilir, yönlendirilebilir bireyler sistemine doğru gidiyoruz.
Eğitimde ve Ailede Dönüşüm: Toplumun Hafızası Nasıl Siliniyor?
Eğitim Sistemi Nasıl Dönüştü?
a) Küresel Ajandalarla Uyum
2000’lerden sonra BM, OECD ve WEF’in “21. yüzyıl becerileri” adı altında sunduğu dijitalleşme, toplumsal cinsiyet, iklim bilinci gibi kavramlar MEB müfredatına adım adım entegre edildi.
b) EBA, Zoom, Uzaktan Eğitim
Pandemiyle birlikte milyonlarca çocuk dijital ekranlara hapsedildi.
Sosyallik, beden dili, kültürel aktarımlar zayıfladı.
c) Değerlerden Soyutlanma
Aile, din, kültür gibi yerel değerler sistem dışı bırakıldı.
Yerine “evrensel vatandaşlık”, “bireycilik”, “tüketimci kimlik” yerleştirildi.
Aile Kurumu Nasıl Yıpratılıyor?
Ekonomik krizle aileler parçalanıyor,
Kadın-erkek karşıtlığı üzerinden cinsiyet rolleri bulanıklaştırılıyor,
Medyada sadakat, aidiyet, mahremiyet gibi kavramlar küçümseniyor,
Evlilik sayısı düşerken, yalnızlık ve bencillik “özgürlük” gibi pazarlanıyor.
Sonuç:
Aile dağılırsa, toplum köksüzleşir.
Eğitim yozlaşırsa, gelecek baştan teslim alınır.
Bu dönüşüm sessiz, ama çok etkili bir “toplum MÜHENDİSLİĞİ”DİR.
Dijital Gözetim ve Altyapı: Sessizce Kurulan Kontrol Ağı
“Kolaylık” Kılıfıyla Gelen Dijitalleşme
İlk bakışta dijitalleşme, devletin vatandaşa “hizmeti kolaylaştırma” hamlesi gibi sunuldu:
e-Devlet: Belgeler, işlemler tek çatı altında.
e-Nabız: Sağlık verileri herkesin erişiminde.
e-Sınav, e-Kimlik, e-Okul: Her şey merkezileşiyor.
Ama görünmeyen şey şu:
Bu sistemler sadece hizmet değil, bir “veri gözetim altyapısıdır.”
Yani: Kim olduğunu, Nerede yaşadığını, Nerelere gittiğini, Kiminle iletişimde olduğunu, Ne harcadığını, Ne düşündüğünü, hepsini anlamlandırabilen ve takip edebilen bir devlet-makine inşa ediliyor.
Pandemi: Kitlesel Gözetimin Test Aşaması
Pandemi sırasında “sağlık” gerekçesiyle kabul edilen uygulamalar, aslında gönüllü gözetimin prototipleriydi.
HES Kodu:
QR ile giriş-çıkış alışkanlığı kazandırıldı. Toplu alanlarda “kim nerede” anlık takip edildi.
e-Nabız:
Aşı durumu, reçete, hastalık geçmişi…
Sağlık verisi artık dijital kimlik üzerinden kontrol ediliyor.
Dijital Pasaport Uygulamaları:
Birçok ülkede denendi.
Türkiye’de tam uygulanmasa da altyapısı hazırlandı.
Tüm bu sistemler, gelecekteki dijital vatandaşlık rejiminin altyapısıydı.
Dijital Para: Son Hamle
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) 2023’te “Dijital Türk Lirası” testlerine başladı.
Başta “kripto para değil” denerek tanıtıldı. Ama temel özelliği şu: Programlanabilir para.
Bu şu anlama gelir: Harcamaların nereye yapılabileceği sınırlanabilir,
Devlet isterse kredi puanına göre kişiye para verebilir/vermez,
Para bir “hak” olmaktan çıkar, izinle çalışan bir dijital araç haline gelir.
Örnek: Eğer karbon ayak izin çok arttıysa, devlet sana yakıt harcaması yaptırmayabilir.
Ya da eleştirel konuşuyorsan, yardım kartın bloke edilebilir.
Akıllı Şehirler ve 5G Altyapısı
Türkiye’de pilot uygulamalar:
İstanbul, İzmir ve Ankara gibi şehirlerde:
Plaka tanıma sistemleri,
Kameralarla yüz tarama,
5G bazlı veri analiz altyapısı sessizce kuruldu.
Akıllı şehirler ne sağlar?
Trafik düzenlemesi gibi hizmetler evet…
Ama aynı zamanda:
Sosyal kredi sistemleri için izleme verisi,
Yapay zeka ile vatandaş davranış profilleri oluşturma imkânı.
Kısacası: Şehirdeki her adımın, her bakışın, her temponun ölçülebilir, değerlendirilebilir ve yönlendirilebilir hale gelmesi.
Veri = Yeni Petrol
Facebook, Google, TikTok gibi platformların Türkiye’deki temsilcilikleri zorunlu hale geldi.
KVKK gibi yasalar veri güvenliği izlenimi verirken, asıl olan şey:
Kimin hangi veriyi topladığı değil, hangi devlete/kuruma “açık” olduğu.
Bugün:
WhatsApp konuşmaların,
Banka harcamaların,
Sağlık durumun,
Dini ve siyasi eğilimlerin…
Hepsi profilleme sistemleri içinde yer alıyor. Ve bu veriler sadece devletin değil, uluslararası güvenlik şirketlerinin, bazı yabancı odakların da ilgisini çekiyor.
Sonuç: Dijital Gözetim Sessiz Bir Darbedir
Kafanda kamera yok diye özgür değilsin.
Çünkü her cihaz, her platform seni izliyor.
Devletin seni tanıması, seni “sana rağmen” yönlendirmesi demek.
Eğer fiziksel parayı, analog alanları, anonim hareketleri kaybedersek,
O zaman dijital sistemin dışında yaşamak mümkün olmayacak.
Çıkış Var mı?
Evet, ama zor.
Alternatif:
Yerel ağlar, nakit ekonomi,
Açık kaynak teknolojiler, dijital oruç,
Kimliksiz yaşam alanları…
Ama her şeyden önce bilinç ve direniş iradesi gerekir.
KORKUNÇ VE ORGANİZE HIRSIZLIK
1
MEŞALECİ MEŞALECİYE DEMİŞ CIRT GÖZÜNE!
2
AKP’NİN EN BAŞARILI VE İSTİKRARLI OLDUĞU TEK ALAN! ZAM ZAM VE ZAM HEM BENZİM VE HEM DE MOTORİNE YİNE ZAM
3
CHP’DE SULAR DURULMUYOR. ESKİ DELEGELERDEN CHP KURULTAY’INA BİR KEZ DAHA İPTAL DAVASI!
4
SİYASAL DİNCİLİĞİN EGEMENLİĞİ ALTINDA Kİ ÜLKENİN SAĞLIK MÜDÜRÜNE VARINCAYA KADAR HIRSIZ!
5
AKBABA VELİ’YE YOL GÖRÜNMÜŞ!