DOLAR

35,2068$% 0.3

EURO

36,7672% 0.92

STERLİN

44,3202£% 0.7

GRAM ALTIN

2.968,33%1,32

ÇEYREK ALTIN

4.853,00%0,96

Malatya PARÇALI AZ BULUTLU
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
PROF. DR. İLHAMİ GÜLER

PROF. DR. İLHAMİ GÜLER

06 Aralık 2024 Cuma

TÜRKİYE’NİN MEVCUT GERİLİMLERİ/TANSİYONLARI

TÜRKİYE’NİN MEVCUT GERİLİMLERİ/TANSİYONLARI
5

BEĞENDİM

ABONE OL

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi İlhami Güler “Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması ve Türkiye Cumhuriyetinin çağdaş bir “Ulus Devlet” olarak kurulması, bünyesinde üç genetik tansiyonla mümkün olmuştur. Medeni bir toplum oluşturmak için, bugün bu ayrışmalardan birine “taraf” olmak değil; bunların üzerinde bir zekâya ve ahlaki cürete sahip olmak gerekir” diyor.

Osmanlı imparatorluğunun yıkılması ve Türkiye Cumhuriyetinin çağdaş bir “Ulus Devlet” olarak kurulması, bünyesinde üç genetik tansiyonla mümkün olmuştur. Bu tansiyonlar: 1- Laik/Seküler-Dindar/Muhafazakârlık, 2- Türk-Kürt, 3- Sünni-Alevi farklılaşmalarıdır. Medeni bir toplum oluşturmak için, bugün bu ayrışmalardan birine “taraf” olmak değil; bunların üzerinde bir zekâya ve ahlaki cürete sahip olmak gerekir. Şimdi bu tansiyonları tek tek analiz edelim.

1-SEKÜLER-MUHAFAZAKÂR GERİLİMİ/TANSİYONU

Bu gerilim/tansiyon, insani var-kalma/hayata tutunma (Conatus essendi-Spinoza) motivasyonu ile köklere tutunma/kimlik motivasyonunun doğurduğu bir çelişkidir. Osmanlı siyasal-kültürel bedeninin, kendine karşı Batıda gelişen meydan okumalara zamanında mukabelede bulunamamasının doğurduğu anakronizm/tarih yapamama, kendi modernitesini (tecdit) yaratamamanın doğurduğu bir sorundur. Çöküş sürecinin, bıçağın kemiğe dayanmasının doğurduğu bir sonuç/semptomdur. “Tanzimat” ve “Meşrutiyet” çabaları ile devlet-toplum kurtarılmaya çalışılmış; fakat başarılı olunamamıştır. O dönemde oluşan “Üç Tarz-ı Siyaset (Batıcılık-Türkçülük-İslamcılık/Osmanlıcılık)”ten yapılan Batıcı-Türkçü sentez, siyasal ve kültürel bir “Devrim” yaparak Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur. Eski rejimin kavramsal ve kurumsal yapıları olan Hilafet/Saltanat, Şeriat ve Tarikat ilga edilmiş ve yerine Batı standartlarında modern-seküler bir devlet kurulmuştur. Eski rejimin savunucuları ve temsilcileri yurt dışına sürülmüş ve toplum kesimleri ise, küserek içine kapanmış, içerlemiş ve uçuklamıştır. Yeni rejim taraftarları, yapılanların “kaçınılmaz” olduğunu savunurken; eski rejim taraftarları, buna ikna olmamışlardır. Genellikle “Türk” kökenliler, yeni rejime sahip çıkarken, gayrı-Türk kökenliler, “İslam/Ümmet” dolayımı ile karşı çıkmışlardır.

Temel sorun, “kaçınılmaz” olduğuna inanılan veya inanılmayan bu “travmayı/devrimi” sonrasında, makul bir zamanda rehabilite edecek politik-ahlaki entelektüel bir yeteneğin/yeterliliğin/kabiliyetin ortaya konamamış olmasıdır. Aradan yüz yıl geçmiş olmasına rağmen, olduğu gibi devam ediyor olmasıdır. Tarafların, var-kalmanın/hayata tutunmanın ve köklere bağlı kalarak yenilenmenin “tabiiliğini” anlayamamış olmalarıdır. Tarafların dogmatik kalarak hâlâ uçlarda geziniyor olmalarıdır. Kurtuluş savaşının mümtaz önderlerinden biri ve devrimlerin bânisi olan M. Kemal’in “kahramanlığı”nın teslimi ve yaptıklarının doğrusu-yanlışı ile ele alınıp yerli yerine oturtulamamasıdır. O, bir “insan” olmaktan çıkarılarak, adeta bir tapınım nesnesine (Tanrı-Deccal) dönüştürülmüştür. Bu durum, Türkiye halkının düşünce fakiri oluşunun bir göstergesidir. Ne var ki, -yeterli olmamasına rağmen- son dönemlerde bazı “normalleşme” adımları da atılmaktadır.

Rahmetli İlahiyatçı Profesör Hüseyin Atay ve Y. N. Öztürk, Sünni Şeriatçı-Sufiliği içten sert bir eleştiriye tabi tutarak M. Kemal’i, Cumhuriyeti ve Laikliği yeniden yorumladı. CHP’nin genel başkanlığını yapmış sayın Kemal Kılıçtaroğlu, muhafazakâr kesimle “Helalleşme” den bahsetti. Şimdilerde gösterimde olan “Kızıl Goncalar” adlı dizi filmi, bu kronik sorunun çözümlemesi yönünde atılmış bir adımdır. Dizinin kahramanlarından emekli profesör Suavi ve doktor Levent, laikçi-çağdaş kesimin dini maneviyatla ilişki kurmasını; Şeriatçı-Halidi-Nakşi Tarikattan kaçan Meryem, kızı Zeynep ve mürşidin oğlu Hoca Sadi Hüdai, çağdaş-laik devlet yapısı ile barışmayı; Mürşidin torunu Cüneyt, katı mistik-tarikat yapısının doğurduğu “hastalığı”; Babasını (mürşidi) öldürterek posta geçen Vahit katı-şeriatçı, pragmatik, Makyavalist, mafyatik bir kişiliği; Naim ve “La-edri” gurubu ise, cahil-samimi mürit takımını temsil ediyor. Son yirmi yılda Tarikat-Cemaat ve Siyasetin ortaya koyduğu dinsel performans, muhafazakâr kesimde M. Kemal ve Laikliğin yeniden yeni bir biçimde keşfini tetiklemiştir.

2- TÜRK-KÜRT GERİLİMİ/TANSİYONU

Cumhuriyet, “Çağın Ruhu (Zeit-Geist)”na uygun olarak bir “Ulus” yaratma projesidir. Anadolu’da yaşayan Yahudi-Rum-Ermeni-Arap azınlıklar ve Kafkaslardan-Balkanlardan Anadolu’ya sığınan etnik azınlıklar, bu projeye ses çıkarmadılar. “Türk”lüğü ve Türkçeyi kabullendiler. Ancak, Anadolu’nun yerlisi ve diğerlerine nispetle demografisi fazla olan Kürtlerin büyük bir bölümü, yeni duruma razı olmadılar. Türkler ile “Sünnilik” ortak paydasına rağmen, bu rahatsızlığın arkasında, diğer alanlarda eşit vatandaşlık haklarına rağmen, 1- Dillerinin yasaklanması, 2- Birinci Dünya savaşı akabinde Irak-Suriye-İran ve Türkiye sınırları içinde kalan Kürtlerin, -doğal bir motivasyon ile-, buralardan ayrılarak kendilerine bir ulus devlet kurmak arzusu, 3- Süper güçlerin, -kendi çıkarları doğrultusunda- Kürtlerin yaşadığı devletleri istikrarsızlaştırma ve parçalama politikaları vardır. Bölgesel oluşumların geliştiği, küreselleşme ile “Ulus Devlet”lerin ve sınırların eski işlevselliklerinin kalmadığı bir dönemde “Ulus Devlet”, biraz geç kalmış bir taleptir. Ancak, “böl-parçala-yut” taktiğini güden emperyalistlerin işine gelmektedir (Irak-Suriye-Yemen-Libya-Sudan…).

Son otuz-kırk yılda bölgenin ekonomik kalkındırılması başta olmak üzere, Kürtçenin kullanılması doğrultusunda da önemli adımlar atılmıştır (“Çözüm Süreçleri”). Kürtlerin, yoğun yaşadıkları Güney-Doğu Anadolu dışına göçleri ve diğer etnik kökenlilerle evlilikleri (“Kız almışız, kız vermişiz; kirveyiz biz”-Ahmet Arif) “Bölünme”yi fiilen imkânsız kılmıştır. Doğum-Ölüm ve Evlilik törenleri aynı olan halklar, aynı kültürel “Ruh”a sahip oldukları için, “Bölünme” talebi, ancak “İhanet” olarak nitelenebilir. Sorunun çözümü, “Anadilde Eğitim” talebinde düğümlenir. Kürtlerin onur duygularını tatmin için, -birlikte yaşamak kaydıyla- ara bir çözüm bulunabilir. PKK’nın talep ettiği “Özerklik” ve “Konfederasyon” talepleri, ileride bölünmeye yönelik taktik hedeflerdir.

3- SÜNNİ-ALEVİ GERİLİMİ/TANSİYONU

Alevilik, Türklerin, “Araplık”tan kaçarken, Kureyş’in Ali’(ra)sine tutulmaları saflığıdır, düşünce kısırlığıdır. Arapların erken tarihindeki politik bir iç kavgaya Arap olmayan halkların karışması, “taraf” olması, işgüzarlık ve saflıktır. Başka bir toplumun tarihinde gerçekleşse de, politik-dinsel bir kavgada mazlumdan/hakkaniyetten yana olmak, övünülecek bir husustur. Ancak, bundan kişi ve ölüm kültüne bağlı dinsel bir inanç çıkarmak, mitik bir tutumdur. ”Sünnilik” de, -bir yönü ile teolojik olsa da- asli yönü ile yine bu iç-savaşla ilgili “politik” bir oluşumdur. İranlılar, Hüseyin üzerinden Ali (ra) soyu ile kurdukları akrabalık ve kendi milli onurlarını korumak için “Şiiliği (Aleviliği)” bir çözüm yolu olarak buldular. Türkler de, Araplıktan (Sünnilik/Şeriat) kaçmak için “Tasavvuf-Tarikat”ı benimsediler (“Şeriat, bu kuluna kaba geldi; ya resulullah”-Neyzen Tevfik). Bir Türk yazarının dediği gibi: “Arab’ın “Kelâm”ı varsa; Türk’ün’de “Tasavvuf”u vardır.”. Alevi-Sünni münafereti, Osmanlı Devletini baştan sona kadar kesmiş ve uğraştırmıştır. Bu sorun, Cumhuriyet’e Osmanlıdan kalmıştır. Diyanet teşkilatı kurulurken Sünni paradigma üzerine kurulmuş ve bu kurumda Alevilere yer verilmemiştir. Onlar da doğal olarak kendilerini “ikinci sınıf” olarak algılamışlardır. Ak Parti iktidarları döneminde “Alevi Çalıştayları” yapılmış olmasına rağmen, Alevi vatandaşlarımızı tatmin edecek (Cem Evlerinin ibadet mekânı sayılması) bir çözüme yanaşılmamıştır. Alevilik de Sünnilik de tarihsel, dogmatik, anakronik dinsel (kavramsal-kurumsal) yapılardır. Bu münaferet/tansiyon, yabancı istihbarat örgütleri tarafından kaşınarak zaman zaman iç çatışmalara vesile yapılmıştır (Çorum-Kahraman Maraş-Sivas Olayları). Türkiye’de yüzden fazla İlahiyat Fakültesi bulunmasına rağmen, Türkiye toplumunun maneviyat/din-ahlak/vicdan ihtiyacını karşılayacak bir din/İslam yorumu/tecdit/update geliştirilememektedir. Hepsi de Arkeolojik kazı yaparak, söylenenleri tekrar ederek, estetize ederek bir iş (ilim/bilim) yaptıklarını sanmaktadırlar. Rahmetli iktisat tarihçisi Sabri Ülgener ve Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak’ın, Türklerin “Dinsel Aklı” üzerine yaptıkları tasviri-eleştirel çalışmaları dışarda tutuyorum.

SONUÇ

Başta söylediğimi tekrar edeceğim: Medeni bir toplum oluşturmanın yolu, maziye/tarihe takılarak antagonizmaları, münaferetleri, tansiyonları, taraf olmaları ila nihayet sürdürmek değil; bunları aşma zekâsını ve olgunluğunu ortaya koymaktır. Kabile asabiyetini, kan davasını, rövanş duygusunu sürdürmek, marifet değildir; karşı mahalleye el uzatabilmek, empati kurmak; yok olmamak-var kalmak için atılan adımlar ile köklere-kimliğe bağlı kalma ihtiyaçlarını birlikte düşünebilmektir. Devrimlerin saikini anlamaya çalışırken, mevcut dinsel kurumların ve kavramların (Şeriat-Hilafet-Tarikat) hayattan-gerçeklikten/dünyadan (seculum/seküler) nasıl kopup kabuk haline geldiğini anlamaktır. Merhum Mehmet Akif, “Safahat” da bunu anlatır. Halkın bin yıldan beri kimliğinin ontolojik kurucu unsurunu oluşturan dinsel sembolik kapitallerini (Kur’an okumak, ezan okumak, Hacca gitmek, örtünmek…) kısıtlamanın yarattığı içerlemeyi-uçuklamayı anlamaktır. Bir “Hukuk Devleti” oluşturmak ile “Makasidu’ş-Şeria=Malın, Canın, Onurun (Irz-namus), Aklın (düşünme hürriyeti) ve Dinin (din hürriyeti)”nın, “Dinamik Şeriat(İG)”ın aynı olduğunu kavramaktır. Tarihsel bir kahramanı putlaştırmanın veya onu lanetlemenin ötesinde; adam gibi hakkını teslim edebilmektir, hak ettiği yere koyabilmektir. “Yiğidi öldürüp, hakkını vermek”tir. Etnik-dilsel ve dini-mezhebi kökenleri farklı insanların birlikte yaşamak zorunda oldukları yeri(Türkiye) yurt-yuva/ev ve vatan olarak göremiyorlarsa; Dingon’un ahırı, yolgeçen hanı, hamam, otel olarak olarak değil; hiç olmazsa, okyanustaki “Gemi” olarak görmek zorundadırlar. Hainliğin ve korsanlığın alemi yok.