38,0115$% 0.24
41,9959€% 0.98
48,7858£% 0.63
3.721,82%2,34
6.211,00%1,05
06 Nisan 2025 Pazar
Namuslu Olmak ve Cemil Ağabey
TÜRKİYE TIKANDI VATANDAŞ HİÇ BİR PARTİYE GÜVENMİYOR!
‘HARP, HİLEDİR’ (HADİS) DE; SİYASET, ‘HARP’ MİDİR?: MUHAFAZAKÂR SİYASETİN PSİKOANALİZİ
TEMEL’ler BİN YAŞASIN
GÜLENİSTLER!
Başlığı görüyor musunuz?
Ne kadar masumane, ne kadar sevimli, ne kadar duygu yüklü bir yaklaşım, tanımla ve pazarlama stratejisi değil mi?
Mevzunun can damarını da keşfetmişler, çocuklar!
Oradan buradan buldukları %90’ının yapay olduğuna zerre kadar kuşku duymadığım bir takım çocuk resimleriyle duygu dünyamıza ateş ediyyorlar!
MASUM ÇOCUKLAR!
MASUM KADINLAR!
HAMİLE KADINLAR!
YAŞLILAR!
KANSER HASTALARI!
Nasıl başlıklar ama! İnsanın tüylerini diken diken ediyor değil mi? işte bahsini yaptığım pazarlama stratejisi tamda budur!
oysa 2012’lere kadar Türkiye’de terör estirenler, sarıkız, ay ışığı, balyoz ve Ergenekon diye bir sürü örgüt oluşturup kendilerine biat ve teslim olmayanları ceza evlerine tıkanlar, o ceza evleri ve nezarethaneler de intihar edenler, o insanların evleri ve yuvalarına kan doğrayanlar gülenist oldular öyle mi?!
GÜLENİST!
müthiş bir temizleme, aklama ve paklama stratejisi. Bekleyin, kısa bir zaman sonra el ve ağızlarını yıkayıp sahabe bunlar, peygamber torunları diye pazarlayıp kakalayacaklar bizlere!
Allah rızası için dikkat!
bugün bu ülkenin burada olmasının en büyük sebebi ‘’ ölülerinizi bile kaldırın, diriler bir kenara ölülerinize bile oy kullandırın ‘’ diyerek tüm ülkeyi din simsarlığı üzerinden AKP’nin kucağına koyanlar gülenist öyle mi?!
YENİ VE BAMBAŞKA BİR OYUNUN ORTASINA ÇEKİYORLAR BİZLERİ!
En küçük bir endişeniz bile olmasın 15 Temmuz tiyatrosunu AKP ile birlikte yaptıklarına. Bakmayın siz bir takım çaycı çorbacıyı kurban vermiş olmalarına. Hem zaten onlar mevcut yapının BENDE ( KUL, KÖLE, KİMLİKSİZ, HİSSİZ, İRADESİZ )leri değiller miydi?!
Her ne kadar şeyhimiz uçacak, sular üzerinde yürüyecek ve bir takım keramet ( SİHİRBAZLIK ) gösterecek ve bizleri ceza evlerinden, nezarethanelerden, dağlar ve taşlara sürgün edildiğimiz yerlerden çekip alacak! İnancından yana önemli bir hayal kırıklığı yaşıyor olmalarına rağmen, BENDE olmanın tabi sonucunu yaşıyorlar ve ohhh olsun!
Memleketi yağmalarken, talan ederlerken, tüm kadroları babalarının malları gibi tarumar ederlerken, KARUN’u bile kıskandıracak servete, şöhrete ve şehvete sahip olduklarında gözleri hiç kimseyi görmeyenler GÜLENİST oldular öyle mi?!
Hele o zamanların FETÖ mensubu gazetecilerin nasıl da meydanları yakıp yıktığı ‘’ Beni tutuklayacak savcı daha anasının karnından doğmadı ‘’ diyerek gazetecilik adı altında terör estiren Mehmet Baransu hala hafızalarımızda gayet canlı durmakta.
YA O ŞER ŞEBEKESİ SAMAN TV! ZAMAN GAZETESİ!
Savcı! Zekeriya Öz ve benzeri FETÖ savcılarının dönemin FETÖ gazetecilerinin önlerine koydukları kişi ve yapmacık dosyaları haber yaptırmalarıyla birlikte şafak operasyonlarıyla nice evlere kan, gözyaşı ve ahhh düşürenler GÜLENİST oldular öyle i?
DİKKAT!
Neredeyse bizleri özür diletecekler!
Bir kez daha söylüyorum kalbimize, vicdanlarımıza ve duygu dünyamıza ateş ediyorlar. Masum çocuklar, hasta ve hamile kadınlar, yaşlı kişiler cinsi ucuz propagandalar ile bizi yüreğimiz ve merhametimizle vuruyorlar!
SAKIN HA SAKIN BU OYUN GELMEYELİM ZİRA BU OYUNU YUTARSANIZ BİR SONRA Kİ SAFHAYI YUTMAYA HAZIR HALE GELMİŞ OLACAKSINIZ!
BİR SONRA Kİ SAFHA TAYYİBİSTLER!
Öyle ya Gülenistlerin bu ülkeye yaptıkları ile Tayyibistlerin yaptıkları arasında nasıl bir fark var ki?! Yarın aynı çocuklar ile, yaşlılar, hastalar, bunamış tiyatrolarıyla onları da sahne de görmeyecek miyiz yani?!
Eğer bir yere merhametle, şefkatle, duyguyla bakacaksak bunun başlangıç noktası Ergenekon, Ay ışığı, Sarıkız, Balyoz gibi allahsız ve Ahlaksız dosya ve kumpaslar ile hayallerine, umutlarına, sofralarına kan doğranmış kişilerden başlamalısınız.
GÜLENİST PAZARLAMASININ PERDE ARKASI!
Az evvel de söylediğim üzere FETÖ taraftarlarından murdar olanların sayısı tolere edilebilir seviyenin haylice uzağına düşünce iç homurdanmalar da göğüslenebilir boyutun dışına çıktı. Bu anlam da yarın ki iktidar değişimiyle birlikte Tayyibist kadronun telef ve murdar olma boyutunu düşürmek istemektedirler.
DAHASI!
Olaylara sadece duygu, şefkat, merhamet ve vicdan tarafından baktırılarak yurtdışına kaçmış FETÖ mensuplarına dönüş kapılarını açmak ve açırmaktır! Dünümüzü, günümüz ve yarınlarımızı çalan ve sonra da 15 Temmuz tiyatrosuyla gelecek 3 asrımızı çalan AKP VE GÜLEN ortaklığına kapı tamamen kapatılmalı ve buraya duyulacak merhamet ADALETE, HUKUKA VE HAKKANİYETE İHANET OLACAKTIR!
FETÖ VE AKP, EL BİRLİĞİYLE BU ÜLKENİN ÜNİTER YAPISINI, DEMOKRASİ, CUMHURİYET VE KAZANIMLARINI, ANASAYAL DÜZEN VE KURUMLARINI TERSYÜZ EDEN AHLAK VE HUKUK DIŞI İKİ YAPILANMADIR!
HER İKİSİNE DE MERHAMET, ŞEFKAT, DUYGU KAPILAI KAPALI VE HAKKANİYET, HUKUK VE ADELET BAĞLAMINDA YARGILANMALI; BU DEVLET, BU ÜLKE VE BU MİLLETTEN ÇALDIKLARI HER GRAMINA VARINCAYA KADAR, GEREKİRSE BAĞIRAKLARINDAN BİL SÖKÜLÜP ALINMALIDIRLAR.
NOT: DÜNYANIN HER YERİNDE ZORLANMADAN OTURUM VE VATANDAŞLIK ALABİLİYORLAR!
ERDOĞAN! SORUN ŞAHSİ DEĞİL AHLAKİDİR VE İŞTE BU SEBEPLE SOKAKLARDAYIZ
Daha önceleri de birkaç kez yazdım 15 Temmuz’da ailemle, çoluk çocuk sokaklar da bir hafta ( Tezgah olduğunu anlayana kadar ) nöbet tuttuk diye. Zira olaya AKP ve Erdoğan penceresinden değil Demokrasi, Erk’lerin ayrılığı, Parlamenter sistem, Anayasa ve Darbe bilinciydi bütün ve tek motivasyon kaynağım.
Bugün için de insanların sokakta oluşunda ki argüman ve motivasyon, Ekrem İmamoğlu’na duyulan sempati ya da ceza verildiği için değil, Erdoğan rejiminin kurduğu otoriter ve kişiselleşmiş tahakküm düzeninin, devleti tüm organlarıyla birlikte bir aile şirketine dönüştürmüş olması nedeniyle yürümektedir.
Mesele bir Erdoğan ya da Ekrem meselesi, bir şahıs meselesi değildir. Koca bir birikmişliğin, bıkkınlık, yılgınlık, kırgınlık ve dahi koca bir öfkenin dışa vurumudur ve dolayısıyla Ekrem ya da CHP buradan kendisine hasad çıkarırım diye zinhar bakayım demesin zira test teptiği an dımdızlak kalakalırlar orta yerde!
Evet, elbette bahsini yaptığım partinin ve hükümetin ve yani icranın başı olması hasebiyle Erdoğan kırgınlığın, kızgınlığın ve hatta öfkenin aslan payının kendi hanesine düştüğü ve yazıldığı kişidir ve el hak, haklılık payı da en az aslan payı kadardır.
Ama meselenin omurgasını getirilmiş ve dayatılmış TEK ADAM SİSTEMİ TEŞKİL etmektedir!
Ha Hassan ha kel Hasan dediğinizi duyar gibiyim… Ancak benim vurgulamak istediğim Demokrasi, Parlamento, Anayasa ve anayasal kurumların lağvedilmiş olması ve dolayısıyla böyle bir sistemin varlığıdır başlı başına canlı bomba niteliği taşıyan.
Ancak Erdoğan ve onun egemenliği ve hukuk adı altında yürütülen bir irade savaşının artık alenileşmiş olması da başlı başına bir etkendir toplumsal reaksiyonun mevcut hale gelişinde.
Böylesi bir TEK ADAM/LIK sistem ve onun savaşma anlayışında yargı, bir denge ve denetim kurumu değil, doğrudan bir cezalandırma mekanizması, bir psikolojik baskı aygıtı hâline getirilmiştir. Kararların metinleri dışardan yazılıp mahkemede salonlarına ışık hızı ve yöntemiyle gönderiliyor oluşu sağırın bile malumudur.
Bu TEK ADAM sisteminin ve manipülasyonun sistematik temelini ise 2014’te bir gece yarısı KHK’sıyla kurulan Sulh Ceza Hâkimlikleri oluşturuyor. Bu mahkemeler, hukukun değil rejimin koruma kalkanı ve refleks organı olarak tasarlandı.
Bu yapı, doğrudan FETÖ’nün özel yetkili mahkemelerinin yerine kuruldu. Bir başka ifadeyle haksızlık, hukuksuzluk ve hırsızlık yapan el değişmiş oldu.
Yapılan bu ironik değişiklik, aynı zihniyetin, pis ve kirli zihniyetin başka bir bayrak altında yaşatılmış olmasıdır. Dün FETÖ için özel yetkili olarak çalışıp, sahte tape ve gizli tanıklarla insanları hapseden kadroların çoğu bugün, Erdoğan rejiminin tetikçiliğini yaparak aynı düzende pusuya yatmış kirli elleriyle ve kirli zihinleriyle aldıkları kararları ‘’ Hukuki karar ‘’ diyerek kirli kariyerlerini sürdürüyor. Bu mahkemelerde hukukçular değil, “tayinle terfi eden sadakatliler” görev yapıyor. Adaletin terazisini tutan yok; terazinin kefesini tutan bir el var sadece ve kefe ne tarafa kayarsa hak getire…
İmamoğlu’na verilen ceza; Gökçek’in, 25 yıl süren başkanlığında milyarlarca lira kamu zararına rağmen hiçbir yargı sürecinin tamamlanmamasıyla birlikte okunmalı ve mutlaka ahlak, utanma hissi ve hukuki ilkeler bağlamında yorumlanmalı böyle hükme bağlanmalıdır.
Melih Gökçek hakkında açılmış sayısız dosyalar ya takipsizlikle kapandı ya da yargı birimlerinin kıyısında bucağında kayboldu. Üstelik hakkında Danıştay’ın defaatle iptal ettiği işlemler, bugünkü dosyalara emsal teşkil etmesi gerekirken görmezden gelindi. Hukuk, kişiye göre değil rejime göre işler hâle getirildi. Yani mesele Gökçek veya İmamoğlu değil; kimin iktidara yakın, kimin muhalif olduğudur. Ya benimsin ya toprağın ya da ‘’ Ben size izin vermeden mi İman ettiniz’’
Sistem, kendine ürettiği, kendine döndürdüğü ya da kendisine çaldığı zaman, Ticaret Bakanı’nın pandemi döneminde, bizzat kendi bakanlığına, kendi özel şirketi üzerinden mal satması –yani kasaya çalışması – bir cezayı değil, bir terfi dönemini başlattı zira sistem kendi egemenliğini tahkim ediyordu.
Geceleri, bin bir heyula ile boşaltılan mezarlıklarda defin yapılan o korkunç günlerde halk, maskeye ve ilaca bile ulaşamazken; Bakan, kendi ve sistemin arkasını tahkim ediyor olmanın huzuru ve güvenliği içerisinde kendi ceplerini dolduruyordu.
Sistem, kendi yarattığı ve dayattığı gayri hukuki bütün aygıtlarıyla sistematik ve organize suç örgütü gibi çalışıyordu ve hala hız kesmeden devam etmektedir. Bu harami düzende ve çalışma sistematiğinde halkın zararı değil, sarayın yüksek menfaatleri ve çıkarları gözetilmektedir.
Kurulan bu hukuksuz, haksız ve hayadan yoksun sistem ve rant düzeni sadece yargıda değil, halkın gündelik yaşamında da adım adım örgütlenmiştir. Bugün Türk vatandaşı, dünyanın en pahalı ve en kalitesiz enerji, internet, iletişim ve gıda hizmetlerini kullanmak zorunda bırakılmıştır. İnternet hızında Afrika ülkelerinin gerisindeyiz ama fiyatlandırma bağlamında ABD ve Norveç’in çok üstündeyiz.
Enerji faturaları Avrupa’nın en yükseği ama kesintiler, altyapı sorunları, kalitesiz dağıtım hizmeti saray ve soytarılarının umudunda bile değil. Gıda fiyatları sürekli artarken, içerik kalitesi düşüyor; yurttaş sağlıksız, hormonlu, katkılı ürünleri fahiş fiyatlara almak zorunda kalıyor.
Vahamet ve utanmazlık sınırları tırmalıyor ve tüm bu sektörler, doğrudan iktidara yakın sermaye grupları tarafından kontrol edilmekte. Yani yurttaş yalnızca tüketici değil; rejimin ekonomik beslenme zincirinde birer haraca bağlanmış vergi memuruna dönüşmüş durumda. Bu, iktidarın sadece siyasal değil, sınıfsal ve ekonomik bir tahakküm projesidir.
Okunan ayetler, hadisler, atılan Cuma mesajları, boy boy verilmiş kandil ilanları ve mesajları ve en ala motto olan ‘’ Benim başörtülü bacım ‘’ dahil tamamı sarayın beslenmesi için basılan vasat basamaklardandır.
Erdoğan ve yani TEK ADAM rejimi, içeride baskıcı bir sistem inşa etmekle kalmadı; aynı zamanda dış politikada da ülkeyi Batı’nın ve bölgesel güçlerin taşeronu hâline getirdi. ABD’ye stratejik sadakatle, AB’ye ise göçmen pazarlığı ve gümrük birliği tavizleriyle hizmet verdi.
Bu sırada Irak mahvedildi, Suriye harap edildi. Filistin müdafaasın da bahsini yaptığım vasat ve basit basamaklarından bir adım öteye gidilmedi. ‘’ İzni bizzat ben verdim’den ‘’ Dönemim otoritesinden izin mi aldınız’dan “Mavi Marmara’da ne işiniz vardı” ya evrilen ve kıvrılan bir yumuşaklık dolayısıyla ölümlerin sayısı ve siyasi sorumluluğunu üstlenmek yerine, kofti gerekçelerle meşrulaştırılan saldırıyla İsrail’den alınmış cesaret madalyasının hakkı verilmiş oldu!
Filistin’e gitme sözünü kendin verdin; verdiğin sözün okkalı bir yalan olduğunu en iyi sen biliyordun dolayısıyla Filistin meselesi senin için imani ve ahlaki bir duruş değil, İsrail’in hareket alanına tersten müthiş bir ivme kazandırma girişiminin ta kendisiydi.
Trump, seni alenen “ahmak” ilan ettiğinde, çocuklarının ve yakınlarının servetini ifşa etmekle tehdit ettiğinde tek bir kelime etmedin, edemedin. Çünkü bu servetin içinde sadece senin değil, rejiminin, yani yarattığın TEK ADAM’ ın şifreside yatıyordu. İran boykotu döneminde Reza Zarrab üzerinden akan milyarlar, Amerikan mahkemelerinde anlatıldı; ama bu ülkenin yargısı sessizliğini korudu. Üstelik Zarrab’ın suçlarının tazminatı, bu milletin hazinesinden ödendi. Halk yoksullaştı, devlet soyuldu, hukuk sustu.
Bu arada halkın DNA’sı ile oynanarak güvenlik duygusu, ahlak duygusu, kamusal hak duygusu da çürütüldü. Çünkü artık siyasetle organize suç arasında bir fark kalmadı. Sokak ortasında siyasi ortakların eliyle işlenen cinayetlerin üstü örtüldü ve hatta normalleştirildi.
Devlet, siyaset ve mafya ilişkisine dair utanmak şöyle dursun marifet gibi pazarlandı! Emniyet güçleri, bu ilişkilerin bir parçası hâline getirildi. Güvenlik kurumları, halkı koruyan değil, halkı denetleyen yapılara dönüştürüldü. Türkiye’de kurumlar, Türkiye cumhuriyeti Devleti ve milleti için değil, TEK ADAM ve rejim için güvenlik üreten aparata dönüştürüldü.
Gençlik ve onların dimağı bu rejimin en büyük ve dolaysız hedefidir. Boğaziçi Direnişi’nden Gezi’ye, üniversite koridorlarından sosyal medya paylaşımlarına kadar her alanda gençlerin direnişi bastırılmak istendi. Kayyum rektörlerle akademiler ve beyinler, farklı düşünce ve inançlar işgal edildi.
Üniversiteler özgür düşüncenin değil; itaatin merkezleri kılındı. Düşünen öğrenciye terörist, sorgulayana ajan, hak arayana örgüt üyesi yaftası yapıştırıldı. Ama sen unutuyorsun: Bu gençlerin kaybedecek hiçbir şeyi yok. Ne mülkiyetleri var ne gelecek garantileri. Ne iktidarın dağıttığı sadakadan fayda görüyorlar ne de senin tehditlerinden korkuyorlar. Sen onları sindirmek istiyorsun; onlar ise seni unutulmaya mahkûm etmek için direniyorlar.
Ekonomik çöküş, sosyolojik çözülme, kültürel erozyon, yargı felci, medya yıkımı, eğitim felaketi, kurumsal tasfiye… Bunların tamamı bir araya geldiğinde ortaya bir rejim krizi değil; bir çöküşün fotoğrafı çıkar ortaya. Çünkü Erdoğan rejimi suçlu, kabahatli, milyonların vebali üzerinde olan bir suç şebekesidir ve bir enkaz rejimidir.
Bu haktan, hukuktan, adalet, ahlak, din, iman ve İslam’dan tamamen ayrık rejim, halkı değil ailesi ve bir avuç tebaasını; hukuku değil, kararı; özgürlüğü değil, itaati; geleceği değil, şatafatı savunmaktadır ve Kuran’ın ibret vesikalarından birisi bağlamında tarih utanılacaklar listesine silinmeyecek şekilde kazımıştır.
İşte bütün bu aldatmalardan, kandırmalardan, uyuma, uyuruma ve istismar edişlerinden dolayı sokaklardayız ve bu durum CHP ve İmamoğlu isyanı değil kökleri derin, anlamlı, önemli ve bir zamanlar üzerinden tepindiğin gerçek DİRİLİŞ’in ayak sesleridir.
Bu yüzden sokaklardayız.
Bu yüzden öğrenciler susmuyor.
Bu yüzden gençler korkmuyor.
Bu yüzden milyonlar yalnızca yaşam hakkı değil, onur hakkı için direniyor.
“Hukukun sustuğu yerde tarih bağırır. Çünkü adalet ertelenirse, direniş kaçınılmaz olur.”
Nietzsche şöyle der:
“Eğer hukuk, iktidarın fahişesi, basın da onun metresi olursa; devleti, ancak PEZEVENKLER yönetir.”
Bugün bu cümlenin doğru olup olmadığını test etmek için ne hukuk fakültesine gitmek gerekir, ne Nietzsche okumaya. Yalnızca etrafa bakmak, susturulan gazetelere, kelepçelenen öğrencilere, tehdit edilen akademisyenlere, atanamayan öğretmenlere, fatura ödeyemeyen emeklilere ve cezasız kalan suçlulara bakmak yeterlidir. Bu rejim artık yalnızca bir iktidar değil; yalanın meşrulaştığı, adaletin tecavüze uğradığı, halkın susturulduğu bir zorbalık çağının adıdır.
Artık ülke, koca bir felakete doğru sürükleniyor. Bu sürüklenişin akıbeti ve ortaya çıkaracağı fatura da, felaketin büyüklüğüne denk düşeceği için toplumun her kesimine büyük görevler düşerken en büyüğü, AKP’nin içerisinde olup hala aklı, ahlakı, vicdan ve sağduyuyu yitirmemiş olanlara düşmektedir!
15 Temmuz kurgusu ve tiyatrosunun, artık hemen hemen her kesim, kodlarını çözmüş durumdayız. Belki istenilen volüm ve kıvamda dillendirilmiyorsa da nerelerde tasarlandığını, kimlerin kimlerle ortaklaşa gerçekleştirdiğine dair ortak bir karar ve kanaat oluşmuş durumda.
Bu 15 Temmuz’u yutturanlar ve burada ki din, vatan ve demokrasi bilinci üzerinden sağlanan Türkiye konsensüsü arkasına saklanarak Anayasayı, yasaları, demokratik kurum, kural ve temayülleri ters yüz etmektedirler.
İşte bu karanlık, ahlaksız ve yasal olmayan güç, tüm ülke, devlet ve milleti tehdit etmektedir!
15 Temmuz’da sokaklara dökülen halkın temiz, TERTEMİZ, HELAL VE MEŞRU ayaklanışının, haykırışının, hukuk, demokrasi ve darbe bilincinin arkasına saklanarak süte su ve hatta zehir katan şebeke farelerini, wampirleri iyi tanımalı ve artık bu haramilerin haram düzenlerine en küçük harami destek verilmemelidir.
Aslında isyan, itaatsizlik, itiraz sesleri en çok AKP ve MHP tabanından gelmelidir!
Belki ilk zamanlar makamın, mevki, para, şan, şöhret, şehvet ve servetin tadı ciddi bir sarhoşluk ve uyuşturucu özelliği dolayısıyla sema gezintilerine çıkarmış olsa da, geçen bunca sürecin olanları sindirme, analiz ve damıtma olgunluğuna dönüşmesi için yeterli olacağı kanısındayım.
Artık yapılanların, yaşanılanların, çalınanların, uyuşturucu etkisiyle verilmiş desteklerin, harami düzenin dümen suyuna girmişliğin, açlık ve varoş çocuğu olmuşluktan mütevellit bodoslama dalmış olmanın bir titreme, kendine gelme, olanları sağaltma ve bir tevbe ile silkiniş, kendine gelişe gebe kalması gereken süreç doldu, geçiyor bile..!
Allah’tan korkma, hayâ etme ve tevbe vakti!
Çekin ellerinizi bu kirli iş ve kişilerden. İstifa edin, çekilin bu harami ve yasak ilişkiden. Uzaklaşın ve üstelik yürek kavrukluğunu dışarı vuracak ciddiyette bir nedamet eşlik etsin bütün bunlara. Allah’ın gazabının ve rahmetinin bunlarınkinden hem çok daha şiddetli ve devamlı ve hem de Rahmetin tecellisinin her şeyden daha değerli ve kalıcı olduğunun yeniden hatırlanması gereken vakittir bu vakit!
Geçmişin, yaşanmışlıkların ve yapılmış tercihlerin nedenleri ve niçinleri üzerinden bir kan davası gütmek ne sizlere ne bizlere bir katkı sunmayacaktır. Ancak artık köprünün de çıkışında kalmadığı ve topun ağzında koca bir ülke ve devletin var olduğunu, bıçağın, kemiğin de yarısına kadar dayandığını fark etmelisin ey muhafazakâr ve milliyetçi kardeşim!
Vallahi ve billahi amaçları, niyetleri ve hedefleri bakımından hiçbir zaman temiz, salih ve nezih değildiler. En büyük avantajları, nabız atışlarımızın dakika da ve hatta saniye de kaç attığını; nerede ve hani durumlarda artacağının şifrelerini çözmüş olmaları dolayısıyla ‘’ EN UYGUN ‘’ şerbeti verdiler ve şehvetle gezindiler damarlarımız ve duygu dünyamızda…
Benim başörtülü bacım, Ayasofya, İmam Hatip, Kuran Kursu gibi alangirli ama hiç birisinin Kuran öğretisi bağlamında ederinin olmadığını, sadece din ve dinden diye yutturulmuş uyuşturucular oldukları gerçeğini fark edemediğiniz için koca devlet ve ülkeyi yok ederken üzerine bastıkları birer aparat olduklarını görüp nedamet secdelerinin vaktidir bu dem…
Allah ile beraber tutulan yapay tanrılardan, Allah’ı sever ve Allah’tan korkar gibi korktuğunuz hiçbir şeyin ne sevilir ne de korkulur bir halt olmadıklarının bilinç ve tadına, gerçek olan İlah’a ve yanında olarak onur, izzet ve şeref sahibi olunacak Allah’a, göç etme vaktidir bu dem…
Hiç birisi sizleri koruyup kurtaramayacak. Hiç birisi sizin için kılını bile kıpırdatamayacağı günden korkun ve sakının!
Sokağa çıkan, Anayasal haklarını kullanan kimselere karşın sizi kullanmalarına izin vermeyin. Ortalığın, kurumuş saman yığını misali bir anda alevlenmesi ve sonucunun nasıl büyük felaket ve yıkımları doğuracağını fark etme ve bu durumdan hassasiyetle kaçınma ve korunma vaktidir.
Unutmayalım ki despotizm, tek adamcılık, aklı ve hukuku devre dışına çıkaran her oluşum herkesi yakar herkesi yıkar ve herkesi kullanır. Bugün için kimi okların kendilerini göstermiş olması ve muslukların kendi testilerine doğru akışından yana hoşnut ve uyuşmuş olanlar, illaki ve mutlaka bir bedelinin olduğunu, bırakın haram yemeyi, borç bile yemenin CEPTEN YEMEK olduğunu fark ettikleri zaman ortaya çıkacak olan fatura, ödeme güçlerinin hayli uzağına düşecektir.
ADALET, HUKUK, UTANMA, AHLAK, Demokrasi, Anayasa, Erk’lerin ayrılığı ilkesi ve Cumhuriyet bir devlet ve millet oluşumuzun, huzurlu, güvenli ve müreffeh bir geleceğimizin garantisidir.
Fark edelim ki her şey kaybedilmiş değilse de HERŞEYİN SON DERECE BÜYÜK BİR TEHLİKE ALTINDA OLDUĞUNUN ACİLEN FARKINA VARMALIYIZ.
ALLAH RIZASI İÇİN ÜLKEMİZ VE BİRBİRİMİZİ BİR AVUÇ HARAMZADE İÇİN KIRIP KAYBETMEYELİM!
Sabahın körü ve Turp’un büyüğü artık heybede! Öyle demişti gazeteci diye pazarlanan kimi Troller ‘’Sırada Turp’un büyüğü var ‘’ diyerek yazılar, haberler ve sosyal medya paylaşımları yapmışlardı. Ülke, artık tımarhanenin de ötesine doğru itiliyor.
Hoş, büyük Turp diye pazarlamaları bile bir pazarlama stratejisidir!
Burası Mezopotamya ve Suriye toprakları, yani Büyük Babil devleti sınırları içerisinde kalmakta ve Nebukadnezar tarafından ortadan kaldırılan ve yıkılan Yahudi devleti, büyük tapınak ve yapılanların bir şekilde hesabının verilmesi gerekiyor değil mi!?
O halde burada meydana gelen ve kaotik olarak tanımlanacak irili ufaklı ne görüp ne biliyorsanız hemen aklınıza direk ve hiç şüphesiz ABD ve İsrail gelsin! Gelmeli de zira bir başka adresin olması bahsini yaptığım Tarihi, Sosyolojik ve Teolojik alt yapının kendisiyle çelişecektir.
Bu girizgâh sonrası gelelim ihtimaller ve olasılıkları serdetmeye!
1: Bütün bu olanların Emperyalizmin projesi, tasarısı, telkin, tavsiye, direktif ve yönlendirmesi olmadan hayata geçirilmesi mümkün mü?!
En nihayetin de Anamuhalefet partisine ait olmasının yanı sıra bir konsorsiyum adayını, İstanbul gibi dünya şehrinin belediye başkanını bir sabah ve rastgele bir kişiyi alıyormuş gibi alabilmeniz birazcık aklı olanların bile akıl duvarlarında tuz buz olacak işlerden!
Aldınız mı kokuyu!?
2: Projenin ve tasarımın, donanım ve direktifleri bağlamında ABD ve İsrail gibi iki deve dişinin mutlaka var olduğunu kabul edersek devreye, sigorta patlatacak başka sorular giriyor.
Böyle bir kabul sonrası, ortada ki oyundan ve kurgudan yana ‘’ BÜTÜN AKTÖRLERİN ‘’ kendilerine bir rol verildiğinden ve bu rollerinde eksiksiz şekilde yerine getirilmesi gerektiğinden yana haberleri bir kenara, çok daha evvelinden bir provaya tabi tutulduklarını söylemiş olsam kaç aklı selim burun kıvırır!?
Dedik ya burası Mezopotamya ve ne hesaplar buralara dair!
Mevcut gelişmelerden yana bütün aktörlerin bilgisi, katkısı, onay, rıza ve elleri var, kolları var, medyaları, trolleri, sermayeleri, şakşakçıları ve daha neler ve neleri var…
Bunca ilgi, bilgi ve katkı sonrası bekleyip göreceğiz heybeden nasıl, ne tür ve gerçek büyük Turp’un hangisi olduğu ve yine bu ülke ve millet için ‘’ Buyrun size yeni kurtarıcınız ve üstelik çok daha kutsanmış olanından ‘’ denilecek! Bekleyin ve görün!
3: Bu saatten sonra bu ülkede bir daha seçim olur mu?!
Mezopotamya’yı yeniden şekillendirmek ve yıkılan Yahudi devletini yeniden ve üstelik ARZ-I MEVUD sınırları içerisinde kurmak gibi bir projenin olduğu artık şüphesiz bir gerçek olduğuna göre, izlediğiniz film değil üç dakikalık bir FRAGMAN!
Sözde Müslümanlar, sözde milliyetçi ve ülkücüler, sözde Atatürkçüler ve elbette sözde Anti, emperyalistlerin koro eşliğinde mevcut projenin gönüllü PONTUS versiyonları olduklarını göremeyenlerin ne sokmak gerek gözlerine kestiremiyorum artık.
Elbette aynı orkestranın maestrosu olan ABD ve İsrail, açmamış mıdır kesenin ağzını!? Pasta, alabildiğine büyük ve 2 milyar müslümancığın çalışıp ürettiği hanginize yetmiyor dememiş midir bizim Müslüman postuna bürünmüş pontusun tosuncuklarına!?
Hatta birkaç adım daha öteye giderek ‘’ kıyıdan köşeden üç beş KRALLIK ‘’ daha türetip her birinizi de bir yere KRAL tayin edeceğiz dememiş ise bende ne olayım!
Ne o, kariktürize bir dil kullandığımı ve olayı şaka olarak tasvir edip bir tiyatro yazdığımı mı düşünüyorsunuz!? Şayet böyle düşünüyor, olanları ve olabilecekleri göremiyor, ortaya koyduğum tablonun vahametine dair tüyleriniz ürpermiyorsa eğer, topunuzun ALLAH BELASINI VERSİN…
NOT: SAHİ, TURP’UN BÜYÜĞÜ KİM!?
Evet, başlığımızı bilinçli olarak ‘’ ACİZLİK ‘’ diye tanımlayıp böylece yayına almayı gayet uygun gördük. Bir şehrin Valisi, Velisi, dost ve yardımcısı anlamını taşımakla birlikte o şehrin devleti, devleti temsil eden en üst organı anlamına gelmektedir.
Sözde, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı koltuğunda oturan bir kişi, depremde ağır hasar almış olan Malatya’yı ziyaret ediyor. Bakan, şehrin, evlere şenlik Valisinden şehre ve yaşananlara dair bilgiler alırken Vali; imar ve inşaatların istenilen seviyelere gelmemesini, şehirde bulunan beton fabrikalarının yüksek fiyatlar belirlemesine bağlamaktadır.
Nedenleri, niçinleri ve gerekçeleri üzerine sorular sorup çözümler üretme noktasında ki yetersiz bakan ve vali ‘’ KAPATIN ‘’ kelimesinde ki sorumsuzluğun arkasına saklanarak hem ucuz bir Show gösterisi yapıyor ve hem de bütün sorumluluğu, yük ve ayıbı üç beş firma üzerine atarak gırtlağına kadar battıkları yetersizlik, kifayetsizlik ve beceriksizliklerinin üzerini kapatıyorlar.
Evet, dedik ya şehrin Valisi, Velisi, dost ve yardımcısı anlamını taşımakla birlikte o şehrin devleti, devleti temsil eden en üst organı anlamına gelmektedir.
Böylesi anlamlı ve aynı zaman da kudretli bir tanımlama içeriyor olmasına rağmen yetersiz, sorunların tespiti ve çözümüne dair alternatif geliştiremeyen ve çareyi bir çocuk gibi mızıldayıp iktidarın ve yani siyasi uzantının bir bakanına iletiyor ve şikâyet ediyor olması kendisi adına bir utanç vesikasıdır.
İktidarın bakanının ise ‘’ Kapatın ‘’ talimatında ki egoizm, üsttencilik, ben merkezcilik ve kendisini hukukun üstünde görüyor olması ise ülkenin nerelere geldiği ve nasıl bir karanlığa çekildiğini göstermesi bakımından ayrıca ibret vericidir.
Ülkeyi yöneten, ekonomiyi ve dolayısıyla bütün girdi maliyetlerini tepetaklak eden iktidar, hiçbir sorumluluk ve suç üstlenmemek gibi kronik saplantısında ısrar etmektedir.
Meselenin asıl boyutunun mevcut fiyattan mı yoksa bu durumun ana gerekçeleri nelerdir deme gereği duymadan ve üstelik serbest piyasa koşullarında fiyat belirleme yetkisinin bizatihi firmada olduğu gerçekliğine rağmen, kapatın deyişlerinde ki layüsellik, dayanılır olmanın haylice uzağına düşmektedir.
Birisi, Valilik gibi elzem bir koltuğa son derece yetersiz gelmekte ve diğeri de, bir şehrin belediye başkanı olmaya bile münasip görülmemiş ama koca ülkenin bakanı yapılmış bir yetersizlik göstergeleridirler.
Böylesi yetersiz ve hüsnü kabulden tamamen uzak kişi, parti ve kurumların ülkeyi getirdikleri hukuk, ekonomi, siyasi ve buhran telafisi mümkün olmayan boyutlara ulaşmıştır.
Hal, böylesi rüküşlük arz ederken basın toplantısında ve tüm ülkenin gözleri önünde utanç verici absürt durumu sergilemekten ve bir şehrin valisini çocuk azarlar gibi ‘’ KAPATIN ‘’ talimatı verirken de utanan, sıkılan, edep ve estetik sınırlarına dair umarsız davranan kişilerin hangi makamları işgal ediyor oluşları, sızlanışlarımızı açık etmektedir.
Koca bir şehrin ve elbette koca şehrin koca valisinin şahsi yetersizliğini dışa vurup utanmadan bir bakana şikayet edişini mi, yoksa, bir bakanın ilk okul öğrencisini azarlar şekilde ki üslup ve tavrını mı iğdiş edelim?! Doğrusu şaşırıp kaldık vallahi.
Son kertede yaşanılan bu ve benzeri olaylar, ülke ve şehirlerin hemen her alanda neden süründüğünü, nefes alamadığını ve bu sürüntünün hızla ölüme doğru gittiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Depremin üzerinden tam üç yıl geçmiş olmasına rağmen koca şehrin %70’inden fazlasının hala ve hala konteyner diyerek bambaşka bir renk ve kılıfa soktukları plastik kutularda hayatta kalma, yaşama mücadelesi veriyor olduklarını, saraylarda ve akıllara zarar gelirler içerisinde yaşayanların anlaması ve ivedi çözümler üretmesi elbette mümkün değildir.
Son cümle!
Hak ediyorsun Malatya! Demeye dilim varmıyor olsa da realitenin bu olduğu, bu can yakıcı belayı, ızdırabı ve ülkeyi felakete götüren parti ve yöneticilerini kendin seçtin ve içerisinde bulunduğun bu acizliği, yokluğu, yoksulluğu ve ölüme terk edilişi de hak ettin be Malatya…