42,5163$% 0.03
49,5510€% -0.09
56,7774£% 0
5.777,10%0,43
9.472,00%-0,41
23 Kasım 2025 Pazar
İletişim psikolojisi ve psikoloji de iletişimin anlam ve rolü, insanların birbirleriyle kurdukları iletişimin zihinsel, duygusal ve davranışsal boyutlarını ele alması dolayısıyla hayatiyet içermektedir.
Konuyu, anlam ve önemini daha bir öne çıkaracak şekilde izah edecek olursak “Ne söylediğimiz” kadar “nasıl söylediğimizi” bilmek, tartmak, getiri ve götürü muhasebesine özel bir anlam yüklemek zorundayız.
Böyle bir kritik “neden böyle tepki aldığımızı ve aldığımız tepkilere verdiğimiz cevaplar ve yaklaşımları ve “karşı tarafın sözleri bizde hangi psikolojik mekanizmaları tetiklediğini” anlamamızı sağlar. Güncel yaşamın ve hızlı döngü yoğunluğu içinde sağlıklı ilişkiler kurmak, anlaşmazlıkları çözmek ve kendimizi doğru ifade etmek için iletişim psikolojisi bir lüks değil, bir zarurete dönüşmüştür.
.
İletişim Psikolojisinin Önemi
Evvela insana, kendisini doğru ifade etmeyi öğretir!
Şayet insan kendisini, duygu ve dürtü olarak histerik çıkışlara sebebiyet veren taraflarını keşfedip kontrol altına alamadığı zaman, sakat ve sancılı bir iletişim doğacağı sürpriz değildir. Hemen bütün sakat çıktıların menbaı da işte burasıdır.
İşte bu sebepledir ki iletişim psikolojisi, bireyin duygusal farkındalığını artırarak ne hissettiğini tanımlamasını sağlar. Bu da, daha net ve sağlıklı bir iletişimin kurmanın önemini belirleyip kapısını açar.
Ve yine iletişim psikolojisi, karşıdakini anlama becerisini, yaklaşım sabrını ve ön yargılardan arınmayı geliştirir.
Empati, sadece “kendimizi başkası yerine koymak” değildir; karşıdakinin duygusal durumunu anlamak ve bunu iletişimde hesaba katmak demektir. Yani daha detaylı, daha merhamet odaklı olup çatışmaları azaltır ve ilişkileri güçlendirir.
Çatışma yönetimini kolaylaştırır!
İletişim psikolojisini bilen birey, tartışmanın en koyu ve en şiddetli zamanlarında bile duyguların nasıl yükseldiğini, ajitatif eylem ve söylemlerin neler olduğunu ve bunların sonucunda hangi semptomların devreye girerek içinden çıkılmaz bir durumun meydana geleceğini bilen kişidir.
İşte bu bilgi daha sonra ‘’ konu, tartışma ve gerilime hangi zaman, boyut ve tonda ara verilmesi, soğutulup uzaklaşmasınıda en iyi bilen kişiyi yaratır.
İkili ve toplumsal ilişkilerde güven tesis eder.
Sağlıklı iletişim en çokta güven veren ortamlarda zuhur eder. Açık, samimi ve tutarlı bir iletişim tarzı, hem romantik hem sosyal ilişkilerde derin bağların oluşmasına, paylaşım ve bölüşümlerin büyüklüğüne kaynaklık etmekle birlikte uzun soluklu dostluklar ve ilişkilere zemin hazırlar.
En önemlilerinden birisi, kişisel gelişimi destekler.
Kişi, düzenli olarak iletişim davranışını ve psikolojisini denetleyip gözlemlemeyi öğrendikçe öz eleştiri becerisi artar. Gerek kendi iç dünyasında ve gerekse karşı dünyadan söz, fiil ve duygusal bağlamda gönderilen olumluluklar, stres yönetimini geliştirir ve olgunlaşma süreci hızlanır.
Bu anlamda hayati uyarılar!
Pratik hayatın mutlaka gereksinim duyduğu temel prensipler vardır. Bunlar, günlük hayatımızda uygulayabileceğimiz somut davranışlara dönüştürmeye yardımcı olacak önemli ikazlardır:
Kin, öfke ve şiddet!
İnsan, yukarıda bahsini yaptığım tetikleyici unsurlar dolayısıyla duyguları kabaran bir varlıktır. Bu durum beynin, rasyonel düşünmesini ve aynı ölçekte komutlar vermesini zorlaştırmaktadır.
Öyle ki: Sinirliyken gönderdiğiniz bir mesaj, söylediğiniz basit gibi görünen tek bir cümle, yıllarca kapanmayan travmatik sorunlar yaratabilir.
Duyu ile anlam karmaşası.
İşte bu sebepledir ki insan duyduğunu değil, “anladığını” cevaplamalıdır.
Karşı tarafı dinlerken kılıçlarını, silahlarını ve kalkanlarını kuşanmış bir kişinin karşı tarafı dinlemesi ama özellikle de ifade edilmek istenilen gerçek meramın içeriğine nüfuz edebilmesi zaten olanaksızıdır.
Bu sebeple asıl ve asal olan, karşı tarafın söylediğini hemen yorumlamak yerine önce, gerçekten ne demek istediğini kavramaya çalışmak olmalıdır.
Ve yine bu anlamda ana kural: “Şu an seni doğru mu anladım?” sağlıklı bir iletişim psikolojisinin başlama tümcesidir.
Sabır, sükûnet ve susmanın gücünü küçümsememe ve keşfetme.
İnsan her zaman konuşmak zorunda değildir. Her şeye cevap vermek gibi bir zorunluluk ve yükümlülüğümüzün olmadığını da bilmek ve birkaç saniyelik duraklama bile iletişimdeki gerginliği düşürür.
Bu anlamda altın anahtar: Cevap vermeden önce 3 saniye beklemek, iç muhasebe ve bilinçli bir kontrolü devreye sokacaktır ki, bu bekleyiş büyük kırılma, yarılma ve kavgaların önünü almaktadır.
Yargılamak yerine anlama, anlamlandırma ve betimleme.
“Sen böylesin, hep böyle yapıyorsun, değişmiyorsun” gibi yargılayıcı ve kategorize eden ifadeler, karşı tarafta gerginlik meydana getirip onu savunmaya iter.
Bunun yerine: “Bu davranış bende şöyle bir his oluşturdu” demek hem yumuşak bir geçişi sağlar ve hem de iletişimi anlamlı bir düzey ve düzleme taşır.
Gizli öfke taşımak.
Herhangi bir olaydan kaynaklı muhataba karşın sessiz kalıp içten içe kin, öfke ve hırs biriktirmek, iletişimi zehirler. İşte bu sebepledir ki buranın da kilometre taşı, sorunun büyümeden konuşulmasıdır.
Unutmayalım ki zihin okunmaz; söylemediğiniz şey duyulmaz ve anlaşılmaz. Kendinizi sakin, yalın ve histerik dürtülerden arındırarak ifade etmeniz hayati değer taşımaktadır.
Dijital iletişim ve yazı ton eksikliğidir.
Mesajlar yoluyla kurulan iletişim yağsız, tatsız ve lezzetsizdir. İçerisinde duyguyu tam taşımaz; yanlış anlaşılmaya çok açıktır. Bu sebeple anlamlı, önemli ve ivedi tüm konuları yüz yüze veya sesli konuşmaya özen gösterilmelidir.
Karşı tarafı ve duygularını küçümsemek.
İletişim kurduğumuz kişinin bizi anlama formatına ve bu iletişimi kurduğumuz zaman ki psikolojik eğilimine ayrıca dikkat etmek gerekir. “Abartıyorsun”, “çok hassassın” gibi cümleler iletişimi koparır. İletişim ve yaklaşım “Bunu böyle hissettiğini duyduğuma üzüldüm, cümlesiyle devam ederse, bağ ve derinlik hiç kaybolmayacaktır.
Kendini ve sınırlarını net şekilde ortaya koy.
Sınır koymayan kişi bir süre sonra kırılır ve patlar. Her şeye müsait olmadığınızı ve dolayısıyla gerektiğinde “Hayır” demenin kişisel saldırı değil, öz saygının ifadesi olduğunu kendiniz ve karşı tarafa hissettirmeniz de önemli aktörler arasındadır.
Niyet ile etki farkını fark et.
Sen, iyi niyetle bir cümle kurmuş olabilirsin ama etkisi karşı tarafta farklı olabilir. Bundan sebep doğacak etkiyi de hesaba katmak iletişim ve kişisel olgunluğun göstergesidir.
Cevap hazırlamak için dinlemenin bir hastalık olduğunu kavramak.
Çoğu kişi karşıdakini dinlerken aslında nasıl cevap vereceğini düşünür. Anlamak hesap içerisinde bile değildir. Bu durum sağlıklı ve çözüm odaklı bir iletişimi sabote eder. Önce anlamaya çalış, sonra yanıt ver.
Hülasa!
İletişim psikolojisi, insan ilişkilerinin temel yapı taşlarından biridir. Hem kendimizi tanımamızı hem de karşımızdaki insanın davranışlarının arka planını anlayabilmemizi sağlar. İyi bir iletişim becerisi doğuştan gelmez; öğrenilir, uygulanır ve zamanla gelişir. Hayatının her alanında — işte, ailede, arkadaş çevrende, ilişkinle — daha sağlıklı bağlar kurmak istiyorsak bu alanın ilkelerini günlük hayatına bilinçli şekilde entegre etmeliyiz.
İletişim güçlendiğinde sadece ilişkiler değil, hayat kalitemizi de yükselir.
“Kullarıma söyle: En güzel sözü söylesinler.” Ya da sözü en güzel formda söylesinler
İsrâ Suresi 53
“Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının.” Bilgi ve belge odaklı konuşun.
Hucurât Suresi 12
Psikolojik olarak karşılığı: İletişimde “varsayım, kuruntu, niyet okuma” çatışmaların baş sebebidir.
Hucurât Suresi 6 “Bir fasık size haber getirirse doğruluğunu araştırın.” Yani Duyduğuna değil, doğrulanabilir olana göre hareket et.
“Konuştuğunuz zaman adil olun.”
— En’âm Suresi 152
Öyle ki kızgınken bile hakkı ve hakka uygun konuşmak.
“Birbirinizi alaya almayın… Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın.”
— Hucurât Suresi 11
Ayet, İletişimi zehirleyen davranışları kesin biçimde yasaklanıyor.
“Birbirinizin gıybetini yapmayın. Bu, ölü kardeşinizin etini yemek gibidir.”
— Hucurât Suresi 12
Psikolojik arka planı: Dedikodu, fitne toplumsal bağları yok eder; güvensizlik yaratır.
“Sözleşmeye sadık kalın.”
— İsrâ Suresi 34
Güvenli iletişim, tutarlılıkla başlar.
“Onlar boş ve faydasız sözlerden yüz çevirirler.”
— Müminûn Suresi 3
Gereksiz tartışmalar yaratma ve büyütme; insan kalbini yoran tartışma iletişimlerden uzak dur.
“Yürüyüşünde mütevazı ol; sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.”
— Lokman Suresi 19
🔹 Psikolojik arka plan: Agresif ton = agresif duygu aktarımı ve yanlış anlama, anlaşılma, gerilim, kavga, kırılma..
“Onlar öfkelerini kontrol eder ve insanları affederler.”
— Âl-i İmrân Suresi 134
“Sözünüzde doğru olun.”
— Ahzab Suresi 70
Yanlı, abartılı veya manipülatif iletişim kurmak yasak demektir!
Bu prensipler, modern psikolojiden binlerce yıl ortaya konmuş şaşmaz doğrular ve şaşmaz öğretilerdir!
Hakikaten kimsenin putuna dokunamıyorsunuz, basıyor anında yaygarayı. Herkes başkasının, karşı mahallenin putuna İbrahim olmakla kalmamış kendi dogmasını / partisini mutlak doğru ve yani din edinmiş ve liderini dokunulmaz, dil uzatılmaz ve uzatılamaz ve yani Tanrı edinmiş durumda.
Sizin; kaç partiyi, kaç lideri, kaç STK, kuruluş ve başkanı karşınıza aldığınızın ve onlarla nasıl büyük savaşlar verdiğiniz hiç umurunda bile olmadığı tipler vardır. Sizin verdiğiniz bu ilke, ahlak ve dolayısıyla Tevhidi mücadelenizde sırtınızı sıvazlayan, gaz veren ve kendi aciz egosunu sizin üzerinizde tatmin eden bu zavallı güruh, kendisinin partisini, dinini ve lider diyerek putlaştırdığı kişiyi iki cümle konu edindiğiniz an ortaya çıkarıveriyor gerçek kimliğini.
Vuruyor size belden aşağı bu birkaç yüzlü kişiler. Sana şunu şunu, şunları ve bunları verdik ve yaptık diyerek diş gösterip sakladıkları gerçek kimliklerini, niyet ve karakterlerini ortaya seriveriyorlar bir anda.
Üç kuruş üzerinden sizi teslim aldığını ve kendilerine köle yaptığını zanneden bu güruh; verdiklerinin kat be katını aldıklarını göremeyecek kadar şuursuz, vicdansız, hukuk ve ahlaktan yoksun olmaları dolayısıyla bel altından vurmaya devam ediyorlar.
Dedim ya bunların din edindikleri partileri ve İlah edindikleri liderlerine dokundukları an açık ediyorlar İslam’i mi yoksa çıkar şebekesi olduklarını…
Sosyal medya hesaplarımız üzerinden Junior Erbakan’ın bir il gezisi sırasında tam bir Tanrı gibi karşılanıp kutsandığı videoyu ‘’ BABA ERBAKAN’DAN JUNİOR ERDOĞAN’A, SAADET PARTİSİNDEN AKP’YE SİRAYET EDEN ŞİRK SARMALI ‘’ başlığı ile paylaştım.
Vay anam vay!
Bunu paylaşan sen misin?!
Düne kadar açtığım her cephe ve verdiğim en sert mücadeleme alkış tutanlar, cevval bir düşman kesiliverdiler bir anda!
Telefon açıp ‘’ Bu nasıl bir paylaşım ‘’ diyecek kadar gözleri kör, vicdan ve akıl tutulmasından habersiz, sanki mal ve köleleri ile muhatap oluyorlarmış gibi pervasızlık, gırla gitmeye başladı.
Oysa haberin, video ve içeriğin doğru olup olmadığı, Kuran ile çelişip savaştığı hiç birisinin umurunda bile değildi. Sadece Dinleri ve Tanrılarına dil uzatmış bir küstah muamelesine tabi tutulmuştum…
Erbakan’a zinhar dil uzatılamazmış zira böyle bir şeye tevessül sayısız şeye savaş ilan etme anlamını ihtiva ediyor olması dolayısıyla koca bir ihanet anlamına geliyormuş! Dedik ya parti din ve Erbakan Tanrı ilan edilmişti diye…
Oysa Türkiye’nin bugün ki felaketinin kuluçka merkezi dönemin Refah partisi ( Şimdi ki Saadet ) ve yine Erbakan’ın dizi dibi ve eteğinde büyüyen kişiler eliyle yaşandığı, yaşatıldığı umurlarında olmadığı gibi görmeleri mümkün olmayan bir beyin yıkanmışlığı, uyuşturulmuşluk halinin bir tezahürü olduğunu kime ne kadar anlatabilirim ki?!
Onlara göre büyük, kebair, ekber bir günah işlemiş, zinhar söz söylenmesi, en küçük bir saygısızlığın bile yapılması mümkün olmayan Saadet partisi dini ve onun Tanrısı Erbakan’a dil uzatmış olmanın vebalini hatırlatıp durmakla birlikte aba altından sopa gösterileri ile geçirdim geceyi.
Dahası, bu küçük Tanrı parçacığı Junior Erbakan ve partisi ile kendilerinin nikahsız bir ilişkiyi gizli gizli götürdükleri, zina kabilinden halktan gizleyerek yaptıkları haram birliktelik içerisinde olduklarını biliyor olmamı ve yetmez kendilerinin de biliyor ama buna rağmen içlerine sindiriyor olmanın verdiği rezilliği de, bir parti rozeti gibi göğüslerinde taşıyor olmaları bile bir gurur vesilesidir kendileri için. İşte böyle bir rezillik böyle bir utanmazlık…
Din, Allah, Sancak, Minare, Haram, Melun diye diye milleti aldatan Şevki Yılmaz, Hasan Mezarcı, Hasan Hüseyin Ceylan, Şükrü Karatepe gibi tipleri ortaya salıp milleti aldatıp kandıran parti ve onun lideri, ülkeyi getirdikleri bu felaket ortamından bizler sorumlu değiliz diyerek elleri ve ağızlarını temizleyecekler öyle mi?
Hele hele de Kombassan, Yimpaş, Anadolu aslanları adı altında koca Avrupa’da bulunan Müslüman Türklerin felaketi olmuş kişiler temize çıktılar öyle mi?
Dahası SUMUD adı altında yine milletten toplanan yüz milyonlarca Euro, Frank, Dolar’ı götürüp elleriyle teslim edip dolaylı finans trasferi yapanlar İslam ve Müslüman pozuna yatacak ve o kuytu yerden bana ateş edecekler öyle mi?
Ya hu ben sizin cemaziyelevvelinizi bilirim!
Hele bekleyin, yakında toparladığım belgeleri uzun ve detaylı bir yazı dizisine çevirdiğim ‘’ AVRUPA SAADET’TE NELER OLUYOR NELER YAPIYOR ‘’ başlıklı yazılarım ile neler yazacak ve HANGİ BELGELERİ yayınlayacağım hep birlikte göreceğiz.
Şimdilik yazıma Allah’ın bir ayeti Celilesi ile son veriyorum!
(Hicr 15/94)
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ
“SANA NE EMREDİLDİYSE BAŞLARINI ÇATLATIRCASINA ONLARA BİLDİR. MÜŞRİKLERE DE ALDIRMA.
Bu ayet ve emri gereği yapılması ve yazılması gerekenleri yapmaya ve yazmaya iman, inanç ve inatla devam edeceğim….
Vurur, hem öyle bir vurur ki, vurmaya en çok da kendisinin hakkı olduğunu bildiği an, tam on ikiden vurur gülüm.
Değil mi ki Aşk, insanın, kendi kalbinde kaybolma biçimidir. Bak, vurulacağım yeri, vuracağım yeri nasıl da hakkıyla tespit etmişim, değil mi özüm?
O HALDE KENDİMİ VURMAK EN ÇOK BENİM HAKKIM!
Amma, adam gibi sevmek, Aşk’ı, aşkın ve içkin yaşamak için ve kaybetmek için kendimi, evvelinde kendimi bulmak, akıl, kalp ve yürek arasında sıkı ve kopmaz ilişkileri keşfetmiş olmak, zaman ve mekândan bağımsız baş döndüren bir kıyımı, göze almak olduğunu da bilirim gülüm.
Kıyarım, sana kıymamak için kendime. Bir hiç ve yokmuş gibi…
Bilirim, kendisini bile bulmamış, yaş almış ama olgunlaşamamış yığınlara aşk, sevgi, hasret ve özlem desem ne çare!? Kendisini bile bulmamış dedim ya! Nasıl kaybetsin ki!?
Birini seversin, onu yeşertir onu büyütür, onu saklar ve onu gözetirsin. Sahip olmak ile ürkütüp kaçırmamak arasında avuçlarında kırılmasın, incinmesin diye tutmak ile bırakmak arası yürek okşantısı bir sarmal, daha bir kırar belimi…
İşte o sıkmamak, ürkütmemek, daraltmamak adına verdiğin canhıraş özveri sonrası geçer zaman ve geçtikçe anlarsın ki, aşk dediğin şey birine sahip olmak değil, birine ait hissetmekmiş.
Sonra dersin ki ey sevgili, sen…
Bir bakışta başlayan, bir sessizlikte büyüyen, bir vedada ölümsüzleşensin.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, ama hâlâ bazı cümlelerimi senin için koruyorum, kuruyorum, saklıyorum, sarılıp sahipleniyorum, seni özgür kılarken.
Bazı günler sıradan, bazı geceler sensiz, sessiz ve ölgün geçiyor,
ama içimde hep aynı şey yankılanıyor: “O Sensin”
Ve işte o aidiyet duygusu, senin adında kaldı.
Pahalı, çok pahalı, yakıp kavurucu şekilde öğreniyorsun özlem, sadece bir duygunun eksikliği değildir diye…
İnsanın, kendi bütünlüğünün yarısıdır aslında. Ve bazen ‘’yarısına neler vermem ki ‘’ deyip kaybın ne denli büyük olduğunu anlatmaya çalışırsın muhatabına da, ne çare…
Sen gidince anladım, ben gitmek zorunda kalınca anladım insan birini özlerken aslında kendi geçmişini özlüyormuş.
Seninle olan hâlimi, seninle gülen yanımı, seninle var olan beni…
Hepsi birer hatıra değil, birer eksiklik şimdi. Dedim ya, yarım kadar olmasına çok daha büyük şeyleri feda edeceğim bir eksiklik…
Ve sevgi…
Belki de en sessiz duygudur derler, yalan!
Çok sevdiğin kişiye, bazen en azını söylersin. Heba olup gitmesin diye gözün gibi gözünde saklayıp gözünden bile sakındığın mahrem sevgini ondan bile sakınır, gizler ve korursun. Ona karşı duyduğun sevgi olmasına rağmen, o senin sevgindi ve daha bir sahiplenirsin…
İşte bu sebeple sözlerimin yetersiz kaldığı yerde başlar gerçek sevgim.
Ve Sustum!
Aşk, özlem, hasret, sevgi…
Dört kelime, dört yara, dört nefes.
Hepsi sende başladı
ve belki de hiç bitmeyecek.
SEN, BENİM KENDİME YAPTIĞIM EN BÜYÜK İHANET!
SEN, BENİM KENDİME YAPTIĞIM EN BÜYÜK SAYGISIZLIĞIM VE SEN BENİM KENDİME YAPTIĞIM EN BÜYÜK VURGUN….
Tanıyan, takip eden ve okuyan dostlar bilirler ki AKP’yi her tanımladığımda ilkel, eğitimsiz, sonradan görme varoş çocuklarının partisidir derim.
Ömründe bisikleti bile olmamış bu varoş çocuklarının altına BMW verir, ilkokul öğretmeni olabilmeleri bile zinhar mümkün olmayacak tiplere daire başkanlıkları, genel müdürlükler verir; Kadın eli ve sesi haram diye kendisini aldatmış ve avutmuş cinsel açların yanına yöresine dekolte kızlardan sekreter verirseniz eğer, elbette evin yolunu şaşırır ve BMW ile zücaciye dükkanına girerler.
İşte, ülke tam da bu halde. İlkel ve barbarların, her bakımdan görgüsüz, aç ve zavallıların avuçları arasında ırzına geçilen bir ülke durumundayız. Hep söylerim alayını tanırım ve alayı beni tanır ve hepsinin nasıl sinek sıklet tipler ve karakterler olduklarını en iyi bilenlerin başında gelmekteyim.
AKP’ye dair çektiğim röntgen sonuçları bu verileri ortaya koyuyor olmasına ve bir de bütün bunların yanına hırsızlıkları, yolsuzlukları, ahlaksızlıkları, yağma ve talanları eklediğiniz anda bir soru, çok çarpıcı bir soru beliriveriyor.
A’dan Z’ye varıncaya kadar her şey ve herkesin tel tel döküldüğü, AKP denilince akla hep mide bulandıran, irrite ve utanç verici yüklü bir bagaj ortada iken hale lider parti konumunda oluşuna nasıl cevap vereceğiz? Sorusu tam burada anlamlı bir cevap bulmakta.
İLKEL VE BARBAR VELİ!
Bir tip düşünün bir tip; son derece ve öyle ki AKP’lilerden bile ilkel, AKP’li ilkellere rahmet okutacak kadar barbar, süzme, sonradan görme bir görgüsüz, AKP’lilerin zemzem ile yıkanmış derece de temize çıkaracak kadar şaibeli bir tip AKBABA veli!
Yıllardır söylemekten dilimde tüy bitti KRİPTO AKP’Lİ VELİ AKBABA diye. Düşünün, koca ülkeye adeta çökmüş bir AKP, sözde CHP’li, Atatürkçü, Alevi, Laik ve dolayısıyla AKP’ye muhalif olduğu iddia edilen bu AKBABA büyüdükçe büyüyor ve nice holdinglerin sahip olduğu güç ve sermayenin zirvesine çıkıyor ve çıkarılıyor!
Ve yine sözde Alevi, sözde CHP’li, sözde Atatürkçü, sözde Laik olan bu tipi tip, bırakın Malatya’yı tüm Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin en büyük inşaat firması durumunda. ( DAHA EGE BÖLGESİ KONUSUNA GİRMEDİM BİLE ) Gelelim işin mide bulandırıcı tarafına.
Sözde muhalif, CHP’li Alevi ve Atatürkçü olduğu iddia edilen AKBABA, hiç istisnasız bütün AKP belediyelerinin bu AKBABA’nın şirketlerinden alışveriş yapıyor olmasının gerekçesini ‘’ Kripto AKP’li AKBABA ‘’ TANIM VE TESPİTİM DIŞINDA BAŞKA BİR İZAHAT YAPABİLİRİM DİYEN BİR TEK BABAYİĞİT VARMIDIR?
Daha ötesi bu AKBABA’nın bütün iş ve mal ortaklarının AKP’li başkanlardan, AKP Milletvekillerinden ve AKP’li iş adamlarından oluşmasına mantıklı, ahlaklı ve ilkeli bir cevap verebilecek bir tek Alevi ve CHP’li olabilir mi?
Bütün bunları defaatle kalem almış olmama rağmen utanma, arlanma ve kendisine çeki düzen verme gibi bir erdem ve ahlak ile mesafeli bu tip; kurultay etkinliklerinde burnunun bile giremeyeceği yerlere kafasını ve hatta tüm gövdesini sokarak ne tür bir AKBABA olduğunu bir kez daha açık eti.
Koca ilçenin, Yazıhan’ın CHP’li belediye başkanı Abdulvahap Göçer dayanamayıp feryat ederek diyor ki;
Belediye başkan adayı seçilecek AKBABA
İl ya da ilçe başkanı seçilecek AKBABA!
Parti ya da belediyelere çaycı alınacak AKBABA!
Koca partinin öksürmesinden gülmesine ve dahi ağlamamıza bile karar verecek ilk ve tek yetkili AKBABA diyerek vahametin sınırlarının nerelere dayandığını, isyan ve itirazın hangi boyutlara ulaştığının altını çizmekteydi.
Size; ailenize, babanıza ait bir şirkette bile bu kadar sınırsız ve sorumsuz yetki alamaz, bulamaz ve sahip olamazsınız diyen Başkan Göçer; nasıl bir despotizm ile karşı karşıya olduklarını son derece veciz ama bir o kadar da utanç verici tespitlerle ortaya koymaktaydı.
Elbette yerel basında geniş yer almakla birlikte şehrin tam orta yerine bomba gibi düşmüştü kavgalı, dövüşlü ve bin bir türlü şaibenin karıştığı kurultaylar. Yerel basında vaveylalı karşılık bulan bu despot ve despotik girişim, ulusal basına da sıçramakla birlikte ağır suçlamalar, itham ve isnatların merkezinde yine aynı kişi, AKBABA bulunuyordu!
Sırtı sağlamda bu pişkin tipi Tip’in!
Umurunda bile değil utanmayı öldürmüş bu utanmazın. Koca il örgütü korkutulmuş, sindirilmiş ve yeteri kadar para ile de takviye edilince, yerel Tanrıyı oynamanın önünde ki bütün engeller kaldırılmış olmaktaydı.
Birçok hukukçunun ve benim de sosyal medya hesaplarım üzerinden yayınladığım bir videoda sağı solu arayıp tehdit edenler ‘’ AKBABAYI BABALARI, VELİ NİMETLERİ GİBİ SAHİPLENMİŞ ‘’ gözlerini karartmış haldeler. Elbette sırtı sağlam olduğu için harekete geçmiş ne bir emniyet ne de bir yarı mensubu zaten mümkün değildi!
Tablonun bu ve böyle olduğu bir şehrin sakinlerinin CHP’ye inanmasını, güvenmesini, oy verip iktidara getirmesini bekliyorsanız eğer, saf değil su katılmamış aptallarsınız demektir.
Kendi içini bile temizleyememiş, kendi despotuna bile dur diyememiş, kendi hukuki, ahlaki ve demokratik karnesinde ki sabıkaların sayısının artışına engel olamamış bir il örgütü her geçen gün irtifa kaybetmektedir.
Alın bu gömlek ve ölçütü tüm ülkeye giydirin!
İKTİDARI AKP VE MUHALEFETİNİN CHP OLDUĞU ÜLKE NE KADAR TALİHSİZ…!
AKBABABABABABAAAAAA AKBABABABABAAAAAAAAAAAAAAAA!
Bir ihanetler sarmalı, Filistin ve Gazze!
Evvela yazımıza büyük bir yeminle başlayarak, Allah’a yeminler olsun ki Filistin ve Gazze’ye gerçek anlamda işgal ve ihanet eden, İsrail değildir!
Allah’a yeminler olsun ki Filistin ve Gazze’ ye ilk ve gerçek anlamda ihanet eden, sırtından bıçaklayan, öldüren ve ölüme terk eden, İsrail değildir!
Allah’a yeminler olsun ki Filistin, Gazze ve elbette Kudüs’e ilk ihanet, ilk hıyanet bizatihi Filistinliler ve bizatihi Gazzeliler tarafından yapılmıştır.
Vatan denilmemiş hiç bir zaman. Kâğıt üzerinde ve salt dillerinin alışkanlığı üzerinden söyleyip durdukları ‘’ Kudüs ‘’ bir değeri, bir anlam ve kutsiyeti hiçbir zaman tanımlamamış ve dolayısıyla Filistinliler, Gazze’liler tarafından içselleştirilmemiştir.
Şayet böyle görülmüş olsaydı, Vatan toprakları, Kuran’ın defaten ve sarahaten bahsettiği, açık açık tanıttığı ve onlarla kurulabilecek bir ‘’ Dostane ‘’ ilişkinin ne gibi felaketler doğuracağını ifade etmiş olduğu Yahudilere, toprak satarlar mıydı?!
Ama sattılar!
Sattılar ve hatta öyle ki Yahudilerin gayet yüksek bedeller karşılığı satın aldıkları yerlerde fotoğraflar çektirip, üç liralık yeri, on üç liraya satmış olmanın verdiği sarhoşluk naraları, en çok kendi kulaklarında çınladığına, kalıbımı basıyorum. Ne büyük ihanet!
Kudüs’e en büyük ihanet paranın, servetin, şatafatın uyuşturduğu Filistinliler ve Gazzeliler tarafından yapılmıştır! Yahudilere, dudak uçuklatan rakamlar karşılığında sattıkları toprakların ‘’ Vatanın ‘ Ah’ının’’ mutlaka yakalarına yapışacağı geçeği, elde ettikleri servet sarhoşluğunun verdiği naraların arasında yok olup gitmiştir.
Ele geçirdikleri servet sarhoşluğu dolayısıyla burnunun dibini bile göremeyen, servet ve şehvetin binlerce fit yükseklere çıkarması dolayısıyla bir sonrasının ne gibi felaket sonuçlar doğuracağını aklının ucuna bile getirmeyen servet budalaları, ihanet etmiştir.
Kudüs, Filistin ve Gazze, evvelâ Filistinliler tarafından ihanete uğramıştır ve sonra Gazze, Gazzelilerin ihanetine, sorumsuzluğuna, hayvan gibi tepinişlerine, o bereketli bölgenin nimetleri üzerinde şehvetle, umarsızca, utanmazca, ahlâksızca ve elbette Allahsızca, İslamsız, İmansız, Kuran’sızca bir yaşam ile ihanet ettiler.
Sonra ki ihanet!
Sonra, gönderilmiş onca Resul, onca Nebi ve onca kitap ve uyarıcılara inat ve ısrarla sırtını dönen, karakter, kimlik ve kişilik fukarası, Araplar tarafından ihanet edilmiştir.
Öyle ya’ ne Türkiye, Türklere bırakılabilir bir yer!
Ne Ortadoğu, Araplara bırakılabilir bir Coğrafya değildi!
Sonra Türk kılıklı nevzuhur bir kitle ve Müslüman kılıklı meczup bir kitle yarattılar.
Film, yine başa sarmış, yaşanılan bir asırlık dram kimselere ders olmamış ve hiç kimse yaşanılmış bu büyük felaketlerden hiçbir öğreti çıkaramamıştı. Satılmaya başlandı Doğu ve Güneydoğuda ki verimli araziler. Su yataklarımız, kullanım haklarımız yüzlerce yıllık satışlara malzeme yapılmıştı.
Öyle ya’ üç liralık yerlere on lira verilmişti!
Kıbrıs’ın yarısından fazlası satılmış! En stratejik yerler, lojistik bağlamda eş ve benzeri olmayan herşey elden çıkalı hayli zaman olmuştu.
Ve sonra Türkiye’ye Türk kılıklı ihanet, İslam, Müslüman, Sakallı, Şalvarlı ve Tesettürlü ihanet ciddi boyutlara erişti.
Gerek Filistin, gerek Gazze ve gerekse Türkiye’ye yapılmış ihanet sarmalları içerisinde en masum ve hatta en haklı olan tarafın İsrail olduğunun altını önemle ve özenle çizmek istiyorum.
Bu tespitime akıl, irfan, hukuk ve bilgi yerine kokuşmuş dinci yapısından hareketle hamasi söylemler savuracak yerli sarhoşlara ‘’ İsrail, işgal etmiyor! Aslanlar gibi parasını ödedikleri yerlere yerleşiyorlar diyorum!
Satmanın, üç kuruş yerine on üç kuruş almanın ve bütün bunları çatır çutur yemenin bir de gümrük çıkışının ve bu çıkışın bir de maliyetinin olduğuna dikkat çekiyorum!
Karadeniz’i, Doğu ve Güneydoğuyu satanlar!
Neyi sattığınızın nelere kapıyı ardına kadar açtığınızın farkında bile değilsiniz zira sizler hala o aldığınız servetin şehveti ile on fitlerde geziyorsunuz değil mi?
Yapacak bir şey yok, bedeli çocuklarınız ve torunlarınız ödeyecek…