35,2068$% 0.3
36,7672€% 0.92
44,3202£% 0.7
2.968,33%1,32
4.853,00%0,96
20 Nisan 2024 Cumartesi
DUY EY YURDUM İNSANI
TÜRKİYE TIKANDI VATANDAŞ HİÇ BİR PARTİYE GÜVENMİYOR!
TÜRKİYE’NİN MEVCUT GERİLİMLERİ/TANSİYONLARI
TEMEL’ler BİN YAŞASIN
BELEDİYECİLİĞİ İLE ÖVÜNEN AKP'NİN BÜTÜN BELEDİYELERİ BORÇ BATAĞINDA!
Duy Ey Yurdum İnsanı hem İslamın ilk emri “oku” dersin hem okumadan kaçar kendini yormazsın! Sen ki ilk emri hafife aldın. Samimyetsiz olursan ilimde seni hafife alır hissetmezsin.!
Ey Yurdum insanı titre ve kendine gel!
Resul-ı Zişan Hazreti Muhammed (as) için mevlit kandilinde camiye koşarsın, tebrik SMS lerini ihmal etmez, ‘gül peygamberim’ der, ismini duyunca salavat getirirsin. Sosyal medyada hadislerini dolaştırırsın. Menkıbelerinden gözyaşların sel olur. Ama saklandığı mağaraya bir ağ örmezsin!
Sana “Sizin en hayırlınız, Kuranı Öğrenen ve öğretendir” der. Sen Kur’an’a yaklaşmazsın!
“Birbirinizi sevmedikçe kâmil iman etmiş olmasınız” der. Sen nefreti körükler, ötekileştirirsin!
Sağ elime güneşi sol elime ayı verseniz ben davamdan vazgeçmem” der. Sense akrobatik taklalarla fır döndülere alkış tutarsın.
Eğilmekten ve dönmekten omurgan kırılmış, gözlerin gönence bakışlı, bakışların bilgiçlikten oburlu, aklın firarda, gönlün hedonist.Eyvah ki eyvah… Her iki cihanda eyvah!
Yapmayın dediklerini yapar, etmeyin dediklerini eylersin!
Ey Güzel yurdumun güzel insanı;
Hazreti Hüseyin’in mübarek başı için ağlarsın. Muharrem de aşure olur dağılırsın. Mersiyeler, ağıtlar olur akarsın. Gel gör ki Mübarek başını alan Yezit gibi kardeşlerine davrandığının farkında değilsin. Gönlün Hüseyin’den yana, kılıcın Yezitten yana salınır. Hüseyin gibi çağlar, Yezit gibi içersin.
Adil Ömer’in filmini yapar, masal kahramanı edasıyla översin, Adaletinse Faruk’ça değildir. Adaletinin ruhunu Montesquieu’nün kanunlarında arar, adaleti bıçaklayan ele, kol kanat olursun.
Bencilliğinle mahmur, nankörlüğünle mağrursun. Zinnureyn Osman’ın cömertliğini sohbet konusu yaparsın da akraba-i taallukuna bile bir çay ikramını minnet eylersin.
Ali için mızrabın teline yanık türkülerin düşer. Alinin yaşamadığı bir dini Ali dini yapar, onu hançerleyene el olursun. Sen ki Ye’sub’ud–Din ve’l–Müslimin (dinin ve Müslümanların önderi),Pir –i Ali siyasetini başarısız bulur, Muaviye politikası güdersin. Tercihlerinle hep Muaviye’ye oynarsın.
Ey Kavmim;
Kendi peygamberlerini taşlayan, linç eden, çarmıha geren İsrail Oğulları gibi, iyilerini taşlıyorsun.
Sen ki peygamberlerin risaletinden ve tarihin Sunnetullaha uygun akışından haberdar olmuyorsun. Duymak istediklerini deyince beni de duymak istemezsin.
Ey Güzel yurdumun güzel insanı Musa (a.s)’yı hatırla!
Hani Musa(a.s), Allah tarafından kendisine dini hükümler (On emir) verilmek ve orada kırk gün kalmak üzere Tur-i Sina dağına davet edildi. Hz. Musa dağa giderken yerine kardeşi Hz. Harun’u bıraktı ve Putları ilah edinmiş Mısır hayatına geri dönülmemesi için sıkı sıkıya tembihlerde bulundu.
Hz. Musa’nın ayrılmasından hemen sonrasında Mısırlılar Nebi Harun’u zorbalıkla tasfiye ettiler. Samiri denilen birinin emriyle kadınların bütün ziynet ve takılarından Böğüren bir altın buzağı heykeli yaparak ona tapınmaya başladılar. Hz. Musa(a.s) iki levha ile birlikte (On emir) geri döndü ve kardeşi Hz. Harun’u toplum önünde emanete sahip çıkamaması nedeniyle hırpaladı. Hz. Harun kendisine yapılanlarla birlikte olanları aynıyla anlattı. Hz. Musa kardeşi Harun’a yaptıklarından pişmanlık duydu ve yanına kavminden yetmiş kişi alarak tövbe etmek üzere tekrar Tur-i Sina’ya gitti. Orada Kur’an-ı Kerim’in tanıklığı ile aynen ‘Rabbim ‘dedi, dileseydin bunları da, beni de daha önce helâk ederdin. Şimdi bizi, içimizdeki o beyinsizlerin yaptıkları yüzünden helâk mi edeceksin? ( A’raf suresi 155)
Şimdi Samiri’nin torunları; zihnini,insan olma erdem ve duygularını çaldı görmez misin? Onlara söve söve onlara hizmet eden cyburglara dönüştün.
Ey Yurdum insanı; Hatırla!
Muhammed (s.a.s) ALLAH (C.C.) ın Risalet’iyle şehre döndüğünde, en yakın akrabalarıyla Kureyş ulularını ve Mekke topluluğunu bir araya toplamıştı ve demişti ki;
Ey Mekkeliler, Ey kavmim!
Size şu dağın arkasında bir düşman ordusu var ve şehrinize girmek üzeredir desem ne dersiniz? Başta Mekke uluları olmak üzere hepsi;’
sana inanırız. Çünkü sen Muhammed-ül eminsin ve şimdiye kadar senden hiç yalan sadır olduğuna şahit olmadık’ dediler. Kavminin bu cevabı üzerine devam etti Resul-ü Zişan ;
‘Ey kavmim, Ey Mekke’nin uluları!
Allah beni aranızdan peygamber olarak seçti. Size İslam’ı anlatmak ve Hakk’ı teklif etmekle görevlendirdi’ dediği anda başta akrabaları olmak üzere bütün Mekke ileri gelenleri onu biraz önceki şahitliklerini unutmuşcasına yalancılıkla suçladılar. Ve etrafından dağılıverdiler.
Bu Mekke topluluğu için yeni bir hayat tarzı, Mekke Uluları içinse statülerini kaybetmek anlamına geliyordu. O kim oluyordu ki haşa; Ebu Süfyan’ın parası pulu kervanları vardı. Zeki ve bilge bilinen Amr bin Hişam (Ebu Cehil)’a karşı meydan okumak kolay değildi.
Tarihin kavi gerçeği Mekke’de sergilendi. Korkulan ve dünyalık umulanın yanında yer almak. Güce taraf olmak ve hakkı taşlamak…
Ey Güzel yurdumun güzel insanı;
Sen Taif’te Peygamberimizi taşlayan Sakîf Kabilesi gibi davranıyorsun!
Bir bak haline! Mesih’in tabiri ile ‘badanalı kabirlere benziyorsun’. Cilalı ve parlak görüntünün altında çürümüş ruhun figan ediyor. Ve sen duymuyorsun. İyilerin seni terk ediyor ve sen görmüyorsun. Dilin lal olmuş ödleklikten ve akletmiyorsun “Summun bukmun umyun fe hum lâ yerciûne/Onlar, sağır, dilsiz, kördürler ve (artık) geriye dönüşleri de yoktur.” ayetini hatırlattığımı hatırla Ey yurdum insanı! Zira sen bu halinle, celladını doğuran talihsiz analara benziyorsun…
Hey! Sen! Boşu Boşuna
İsa Meryem’e mi kaldı
Musa asadan ne buldu
Süleyman bir sultan oldu
Saltanatı boşu boşuna
Hak dostuyum gittim geldim
Aradım kendimi buldum
Bir Mahsuni Şerif oldum
Boşu boşuna (Mahsuni şerif)
Kürek kemiğime sapladığın hançer ağrısının her daim cana verdiği tarifsiz meşakkat, yüreğime yıktığın gam dağı külfetine rağmen seninle alakamı kesemiyorum…
Dostluğa ihanetine rağmen iyilik diliyorum. İyilik dilediğimden dolayı zayıf ve korkak olduğumu düşündüğünü bilerek ve içime sindirerek seninle alakamı kesemiyorum…
Aşkın pazarında üstad Zemahşeri’nin tezgâhından duymazlık, görmezlik alıyor, Piri Mevlana’nın tekkesinde her nimetin atom ve içindekilerin meczup akl ile dönüp zikr etmesinden hisseme pay düşürmeye çalışıyorum. Sense bunlardan çok uzaksın. Kuma sakladığın kafanı, gövdeni ve içindekini ve zavallılığının verdiği kibri gözlerinden yakaladığımı bildiğini bildiğim için seninle alakamı kesemiyorum…
Toprağın altı toprağın üstüne hayır ve bereket sunuyor. Ayakların altından sana nimet devşirene olan nankörlüğünle ötelere ne de uzak olduğunu düşünüyorsun. çok uzak duruyorsun çok! Dürüstlük damarını kaykulalık duruşla ne de ucuza satıyorsun. Ola ki günün sonunda bunu anlayabilmiş olursun ümidiyle seninle alakamı kesemiyorum…
Bir gün bastığın toprakla koyun koyuna gideceksin. Her gelenin gitmesi gibi…
Her kapının açılıp kapanması gibi…
Her başlangıcın sonlanması gibi…
Tan ve akşam gibi…
Doğan ve ölen gibi…
Ve seninle alakamı kesemiyorum…
Helak olsa da arkada medayin, ağyara yar olsa da mehasin Bir ben değilim tabibi aşka merhem! Biliyorum. Ya sen, ya sen!!!!
Duymuyor musun? Görmüyor musun? Yad ellerde ciğerini itler mi yedi?
Haykırışlara kor alevden lal düştü…
Bilal’in ezanı kornalara kurban düştü!
Han düştü! Kervan göçtü!
Aşkın Pazarı sosyete pazarının işgalinde, cesetler satılığa düştü!
Yanaşık düzeninin kıdemli ve kademeli islam istismar karargâhında soytarıya Kazaskerlik düştü!
Paydaşlık ve kardeşlik duvarının tuğlasına dinamit düştü!
Bastığın toprağa bir damla cemre değil bir damla ter, bir damla kan, bir damla gözyaşı düştü!
Cemre mazlumla düştü! Can düştü! Canan düştü!
“Allah’ın bir pulunu bekleye dursun on kul” sana efendilerin sofrasından şan düştü! Tuğyan düştü!
Hutu kabileciliğine rahmet okutan kasaba milliyetçiliğiyle tunç siperden göğüslü parti broşürleri edebiyatında kafiyelerin arasında sıkıştırılmış ifadelerden gençliğin düşünce dimağına kuru slogan düştü!
“Hamili kart yakınımdır” gasp edilmiş kimlikle emeğin damlasından yağ üreten fırlamalığın Nobelline aday, altın küre taltifli cühelaya meydan düştü!
Onbaşı kültürüyle generallik uluslararası siyasi enstrümanları çalmaya kalkanların sözlerinden binlerce yalan düştü!
Her aksiyonda sana figüranlık, trolluk, yüzlerce günahla pay düştü!
Bireyi Allah ve şeytan arasında mengeneyle sıkıştırıp felç eden zihniyet, seni yalnızlıklara mahkûm vaziyette işaretlerini sile sile profan iklimlerden beslemeye başladığı gün; ibadetler topallaştı. Benlik kavramında Hobbs’a ahlak abideliği, Makyevelli’nin evliyayı iblisanından sana muhteşem nişan düştü!
Ve seninle alakamı kesemiyorum…
Kahrolası alakamı kesebilseydim kentin şatafatında şatahatım olur muydu? Şehrin debdebeliginde Behlül’ün agresif dervişliğini keşfetmeyeydim bırak alakayı kesmeyi Fuzuli üstad gibi “senden ırak olan Hakka yakındır” terennümüyle yüz çevirirdim. Çok lüks hatta rüküş olduğunu bil ömür saatimde.
Dünyevi saltanatın hepsi için gayretlerin boşu boşuna. Musallada generalde olsan er kişi niyetine namazın kılınacak…
Ve sen boşu boşuna yaşıyorsun be Mernuş
” Sen ne o sun ne bu sun!!!
Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun.
Melekut aleminin aşkına! Sana ram olmuş canlar ve Canan aşkına adaletle alakanı kesme!
Bir gün sana da lazım olacak. Seninle o yüzden alakamı kesemiyorum.
Ey Kavmim;
Sen ki Allah’ı bilir adını yalanlarına perdeler, adını kullanırsın. Beni hayli hayli kullanırsın.
Ey Kavmim;
Sen ki Allah’ın adını kullandığın gibi kelamını da kullanırsın ve kutsalım der öper ve baş ucuna asar ve okuma zahmetinde bulunmazsın. Okusan anlamadığını söylersin. Anlasan söylediklerine kulak vermezsin. Benim dediklerimi ise hiç dinlemezsin.
Ey Kavmim;
Senin tuttuğun takım hep masum ve hepten haklıdır! Parti büyüklerin masumdur, cemaat liderlerin masumdur. Mürebbi şeyhlerin masumdur. Enternasyonal cinayet gerillaların masumdur. Yusuf haksız olduğu için kuyudadır(!) Yakub”un gözleri kör nedenlerden kör olmuştur(!) Nuh’a inanmayanlar kârlı çıkmıştır(!). Zekerriya direnci boşunadır(!) Salih’ i n devesi hiçten gitmiştir. Musa Firavun’la uzlaşsa dünya sorunu bitecektir(!) İsa ne diye çarmıha gerilmiştir(!) Davut ne diye taş atmıştır(!) Muhammed (as) Mekkeliler ile anlaşsa hükümdardı (!) Halbuki senin gibi gemisini yürüten kaptandır dese ne vardı(!)?
Ey Kavmim sen ki peygamberleri beğenmedin beni mi beğeneceksin?
Ey Kavmim sen ki peygamberleri dinlemedin beni mi dinleyeceksin?
Ey Kavmim sen nasıl bir şeysin sana diyeyim mi?
İş adamların ülkeni kalkındırmak için o kadar çalışırlar ki önlerinde iki büklüm arz-u ubudiyet eylersin. Solcuların yurtseverdir, sağcıların vatanperverdir. Sana menfaati dukunacağını düşündüğün her topçu , popçu, hukukçu senin vazgeçilmezindir. Senden olanı sosyal medyada takip eder, beğeni kor yorumlarsın. allame-i cihan olsa senden olmayanı kabullenmezsin.
Bankalar senin için vardır. Finans Kuruluşlarının endeksi halkın için barite çalışıp, kendileri için bir şey istemeyen Darülaceze kuruluşlarındır(!) Faizsiz kuruluşların katılımcı bankaların gusül abdesti aldıkları için masumdur. O kuruluşlara avukatlık yapan hukukçuların sanığın idamına, bilahare soyulmasına sonra dinlenmesine çalışan adalet savaşçılarındır(!) Politikacı sifonunda gezinenler ana sütü kadar helal emekleriyle Veysel Karani evlatları olarak “Nur-ül apak Tekke”nin çorbasını bekleyen hizmetkârlarındır. Belli ki bütün ahlaksızlıkların yegâne nedeni apaçık şeytandır. Senden olan her şey masumdur diğerleri haindir ve şeytanın adamlarıdır.
O halde
Ey Kavmim;
“Euzübillahimeşşeytanirrecim” de Firdevs cennetinde 2.4 yoğunlukta imar düzenlemesi nazım planına uygun yapılmış arsayı kap.!
Bu cennet senindir. Altından ırmaklar akan Adn cenneti senindir. Kâfirler için yaşasın cehennem!
Ey Kavmim sen ki peygamberleri dinlemedin beni mi dinleyeceksin?
Ey Kavmim;
Senin memleketinde Allah tanımı çok demokratiktir. Ne tatlı Allah’ın var ya Allah aşkına Hiçbir şeyden anlamayan ve senin dünya hayatına karışmayan. Yapacağın tek şey onun var olduğunu söylemen! Kâfir olma yeter “Benim dinim kutsaldır” de kurtul. Hiçbir emri yapma ama inkâr etme. Hümanist çığlıklarınla kalbinin temizliğinin ariel şaron pardon arilematikle Bosh makinasında yıkamaya devam et. Bu arada kahrolsun İsrail ama…
Ey kavmim;
Yumurta yiyince kaşıntın tutar, faiz yiyince rahatın bozulmaz, saygın işadamı olursun. Boynu kalın tosuncuk olur; himmetine nail olacaklarının hizmetinde olursun. Taksitli köle olsan ne yazar? Sen böylece hazza ve hıza kavuşursun. Sonuçta bir kere dünyaya gelmişsin o da çok mu? Benimse sana acı sözlerim var. Sana bir himmetim dokunmaz. Himmeti dokunmayanın irapta mahallini okumazsın.
Ah Kavmim ah!!
Ey Kavmim sen ki peygamberleri dinlemedin beni mi dinleyeceksin?
Ey Kavmim;
Başköşelere kurulursun. Faiz emtialarıyla zekâtını verir, hac yapar, umre yapar, ağlarsın. Öksüz yetimlerin anasını ağlattığını bilmezsin. Beni hiç, hiç bilmezsin. Umumhanelerde körpecik ana kuzularına kıyılırken arlanmazsın. Onları arsızlıkla suçlarken, cenabet gezmemenin haramlığından dem vuran haysiyet abidesi pozlarındasın. Nede arsızsın! Aynada sivilcelerinle ilgilenir kendini görmezsin. Senin verdiğin paradan düşen vergiyle ve sarhoşun rakısından imamların maaşı ödenir, kutsal bir katma değer kattığın için erkekliğinle gurur duyar, mazluma erkek, zalime ödlek olursun. Sen çok akıllısın. Bense sana göre psikopata bağlamış işini bilmeyen biriyim. Sen beni anlamazsın.
Ey kavmim;
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.
Korkarsın kendinden olmayan herkesten. Ve aslında sen kendinden bile korkarsın. Elinin tersiyle şehvetli dünyayı tokatlayanlara kızar, korkaklıkla suçlarsın. Oysa sen çok korkaksın. Korkundan Camiye gidersin. Hazreti İbrahim olsan, sana gönderilen kurbanı sen pazarda satarsın. Hazreti İsa’yı gözünün önünde çarmıha gerseler, sen çarmıhı yüklü fiyata efendilere kakalayamadığın ihale için ağlarsın. Gündüzleri Maria Magdalena’yı ‘fahişe’ diye taşlar, geceleri koynuna girmeye çabalarsın. Zebur’u, Tevrat’ı, İncil’i, Kuran’ı bilirsin. Hazreti Davud için üzülür ama Golyat’ı tutarsın. Tanrıya yakarır ama firavunlara taparsın. Musa Kızıldeniz’i açsa önünde, sen o denizden geçmezsin. Musa’ya; “geç Kızıldeniz’den Firavunu yen gel seninle oluruz” dersin.
Oysa Kavmim tilkinin başına ne gelse kurnazliğından gelir diyen atalarını niye dinlemezsin?
Ey kavmim;
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.
Dönüp de bakmazsın ölülerine. Etnik ayırımlarla kardeşlerini ayırırken efendilerin, en üstün benim kavgasında Hutu ve Zulu kabile milliyetçiliğinden de iğrenç milliyetçi olduğunu bilmeyen bir yobazsın sen. Her türlü tokadı bastığın evlatlarını aç bırakıp kaçakçı yapar, sonra vahşiden beter yıkar, vurur öldürürsün.
Üstüne Roboski edebiyatını ihmal etmezsin. Ana kuzucuklarını davulla zurnayla yolladığın ocaktan al bayraga teslim alırken attığın sloganlarla Telavive güç verirsin. Bu arada kahrolsun İsrail ama! Köşe yazarların ölülerin üzerinden pirim toplar, adam yerine konur ve sen kasılırsın.
Hazdan olmayacak mahvın. Acıyla karıldı harcın ama acıya da yabancısın. Ağıtları sen yakarsın ama kendi kulakların duymaz kendi ağıdını… Bir koyun sürüsünden çalar gibi çalarlar insanlarını ve sen bir koyun sürüsü gibi bakarsın çalınanlarına.
Ey kavmim;
Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin. Sana yapılmadıkça işkenceye karşı çıkmazsın. Senin bedenine dokunmadıkça hiçbir acıyı duymazsın. Örümcek olsan mağarayı örmezsin. Sevgililer sevgilisi Resul-ı Zişan Hazreti Muhammed için mevlit kandilinde camiye koşarsın, kutlu doğum haftasında gül dağıtırsın. Ama saklandığı mağaraya bir ağ örmezsin. Sen ne takva numarası çeken ayaksın. Her koyun gibi kendi bacağından asılır, her koyun gibi tek başına melersin. Hazreti Hüseyin’in mübarek başı için ağlarsın. Muharrem de aşure olur dağılırsın. Mersiyeler ağıtlar olur akarsın. Gel gör ki mübarek başını alan Yezidin yanında durur, alkışlarsın. Muaviye’ye kızar ama ayaklanmazsın. Hazreti Ömer’i bıçaklayan ele sen bıçak olursun. “Adaletin bu mu dünya” türküsünü de dilinden düşürmezsin. Ali için mızrabın teline yanık türkülerin düşer, Ali’nin yaşamadığı bir dini Ali dini yapar bir hançerde sen sokarsın.
Ey kavmim;
Sen ki peygamberlerinin dediklerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.
Kadınlarının yaşmaklarına el uzattı diye Fransız gâvuruyla savaşa tutuşur, sonra başını örttü diye kızlarını okutmazsın. Dekolte medeniyet ölçün olur. Ne kadar transparansa o kadar cemiyet hayatının munis müdavimi saygın hanımefendisi yaparsın. Açıldıkça ve dahi saçıldıkça medeni çağdaş olurlar medeniyetin kara bahçesinde anaların. Bir karanlığa kızarken girdikleri karanlığın karanlığından bihaber methiyeler dizerler özgür köleliklerine. O zaman esas siyah giyer, kederle solar tenleri ama onları görmezsin.
Ey kavmim;
Sen ki peygamberlerinin dediklerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin
Her kuytulukta bir çocuğun vurulur, tinerci yaparsın ana kuzucuklarını, sokak çocuğu yapar aldırmazsın. Yo hayır aldırırsın. Rotary kulübünün çark amblemlerinin eşliğinde adlarına düzenlenen balolarına malzeme yapar, merhamet tüccarlığınla basına pozlar verirsin en şık giyinen mason evlatlarınla. Merhamet dilenir, şefkat dilenir, para dilenirsin. Ve nefret edersin dilencilerden. Utancı bilir ama utanmazsın.
Ah Kavmim;
Sen ki peygamberlerinin dediklerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.
Kasırgalar ortasında kanat çırpan kuşların tükendi, bitti, bilesin. Yeniden Zümrüdü Anka sayhası çeken Simurgların dilinde tek cümle bir aforizma “Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz” !!!
“Hırsız cenazelerine bine bine” her türlü çaldıklarınla, günahlarınla, Haristen miras hırsınla yorgun olan sen! kavgalarla, düşmanlıklarla, kızgınlıklarla yorgun olan sensin ey Kavmim!
Bencilliklerinle çatılıp alınmış sinirlerinden sonra çürük bir beden olarak diri bir mevta yorgunu olan sensin.
Ah Kavmim ah!!!
Sen ki peygamberlerinin dediklerini bile dinlemedin. Ben ne diyebilirim ki? “Desem tesiri yok! Demesem öldüm!” ” desem öldürürler denesem öldüm. ” A be Yunus söyleme derler . A ben öleyim mi söylemeyince?”
İki bin yirmili yıllarda gördük ki hepimizin ten rengi farklı ama gözyaşları aynıydı.
Gördük ki yaptığımız işler farklı ancak alın terimizin rengi aynıydı.
Gördük ki farklı düşünmek suretlerimizin de farklı yaratılması gibi doğal olandı.
Ve kusursuz hiçbir ideoloji yoktu.
Hiç kimse mutlak doğru değildi.
Hakikat farklı düşünenlerin tüm yaşamsal haklarını korumakla açığa çıkıyordu. Bu da her şeyin önüne vicdani ahlakı koymakla oluyordu.
Eğer bu ahlak yoksa adil olunamıyordu. Eğer adalet yoksa eşitlik yoktu ve eğer eşitlik yoksa özgürlük kölelerin kendisini özgür bildiği taksitli kölelik anlayışı yirminci yüzyıl demokrasisiydi.
Önümüzde bir sanal dünya vardı. Birde elimizden kayıp giden bir yitik dünya.
Gördük ki sekülerleşme (dünyevileşme), dinden uzaklaşma değil, onun dönüştürülmesine delalet eden bir kavramın adıydı. İnsanlar dindarlaşarak Kurandan uzaklaşıyordu.
Kendilerini hep haklı gören muhafazakâr düşünürlerimiz vardı. Ve her ne olursa olsun muhalif olunca kıymetten sayılan demokratlar dünyasındaydık.
Tanzimat düşüncesinden beslenen bu kesim geçen yüzyılda olduğu gibi bu yüzyılda da hiçbir şeyi gelecek adına düşünemiyordu. Siyasal oyun kurucluktan uzak; laik, solcu, liberal ve demokrat geçinen aydınlarımızda geçen yüzyılın dünyasına ağlayıp, geçen yüzyılın teranelerini okumaya devam ediyordu. modernistler ve gelenekçiler, gelenekselciler, komplocular dördüncü sanayi devrimi ve dijital dünyanın kapısında aynı tarafta duran yaramaz çocuk modundaydılar.
Sınıfsız dünya idealiyle ortaya çıkanlar kendi sınıflarını oluşturmuştu.
Neyi muhafaza edeceğini bilmeyenler o kadar dava dava diye slogan atıyorlardı ki slogan kalbe ve hikmete inmiyordu.
İki binli yılların ideolojileri ile entegrizimin ağlama duvarında toplananlar, babalarının onlara enjekte ettiği buhranların altında eziliyor çözüm önerilerinden uzak transhümanizin ayak seslerinden uzakta asude hayatlar peşindeydiler. Bu sürdürülebilir bir sosyoloji değil ve bir cok sosyolojik kriz kapıda demek. Siyasal paradigma pergeli yeni paradigma çizmek zorunda. Yoksa geleceğin torunlardan emanet olduğu bilincinden uzak, dedelerden bize kaldı anlayışı fütürizm in , hız ve hazzın önünü bütün şehirleri insanıyla birlikte bu krize sürükleyecek.
Hüseyin Acarlar “Pendname” kitabından 2020
Hikmetten İrfana Nietzsche’den de Önce Nicedir Gülmedik ki?
Nietzsche, “Şen Bilim” ve “Şafak” adlı eserlerinde liberal düşünceleriden dolayı dönemseli Spencer’ı makaraya sarar. Nietzsche’ nin bu saikle düşünmesinde klasik liberallerden hareket etmenin yargısı baskın çıkmıştı sanırım. Nietzsche’ nin, koşullara uyan değil onları değiştiren insan ontolojisine övgüye mukabil Spenser, insanı baskılayan bakışla neoliberalizme yol araklıyordu esasında.
Nietzsche’ nin göremediği buydu. Lineer tutumla insanlık tarihinin bir çizgi halinde ilerlediği şeklindeki skolastik otodokrosi İsa
tasavvurun dinsel içeriklerden yalıtılıp bilimsel boyayla sunulmasına itiraz eden Nietzsche, bu yönüyle bile yine büyük düşünürdür. İlerleyen insanlık nasıl oluyorda dünya savaşları armağan ediyor?
Ben şimdi buraya niye geldim nasıl geldim? Parçadan bütüne gitmek gibi bir yöntemle neolibereal kutbun iki kutuplu dünya yanılgısına yol açmasını irdelemek, ateşin çocukları ve toprağın çocukları metaforunun toplumsal ağırlığını anlamaya çalışıyorum.
Gel gelelim
Barbara Stiegler, neoliberalizmin doğuşunu ve klasik liberalizmle olan farklılığını ilk ve en iyi sezen olmuştu. Stiegler’e göre neoliberalizm kaynağını Herbert Spencer’in “sosyal Darwincilik” adındaki faşizan ideolojisinden alıyor. İngiliz sosyolog Spencer, Darwin ‘ in doğal seleksiyon dediği biyolojik durumu sosyal hayatta ‘büyük balık küçük balığı yutar’ ön görüsüne dayandırmıştı. Oldukca eksik biyolojik modelleri ekonomi toplumuna referansla “en iyi uyum sağlayanın hayatta kalması” üzerine kurgu, öteden beri tahakkümcü düşüncenin de can simidi oldu. Bugün buna Harari gibi öncül ateşçiler ‘- ateşleri bol olsun- “yaratıcı yıkım” diyorlar.
Spencer’den ve klasik liberallerden farklı olarak devletin düzenleyici, piyasa oluşturucu, oyun kurucu ve eğitici rolüne çok önem veren bir herif vardı sosyal psikolojide “stereotip” kavramsallaştırmasını yapan, soğuk savaşçı Amerikalı Walter Lipmann.
Walter Lipmann’ın anarşist yapıdan sıyırtarak devleti müdahil hale getiren fikirlerini
Hayek, Von Mises, Aron, Polanyi, Van Zeeland, Röpke gibi zatlar tahkimleştirerek ilerlettiler. Neticede İngiliz Teacher , Amerkan Regan – kısmen öncesinde Carter – katır demekte hiç bir mahsur yok- da sayılabilir- pratik alanda uygulayan ilkler oldu.
Nietzsche’ yi iyi bilen Barbara Stiegler anlatılarından anladığım kadarıyla Michel Foucault’nun “biyopolitik” adını verdiği çalışmalardan da haberdar ancak sosyal Darwincilik akımını neoliberalizme ve Walter Lipmann”a bağlaması oldukça önemli.
1991 soğuk savaş sonrası tartışmalarına geriden baktığımda neoliberalizm kimi zaman sosyal devlet olgusuyla kendi içinde katmanlara ayırarak ama kontrolünde tutarak, yer yer konsilide ederek modellemeler ve zihinsel tarihi deletleme yaptığını görürüz.Fukuyama’ nın ” tarihin sonu” unu liberalizme bağlamasını böyle okumakta sıkıntı yok. Kimi zaman fütürist, kimi zaman idealist ve rasyonel kimi zaman bilimsel sosyalist!!
2006 sonrası marxist çizgiden esasında kopmuş bir Öcalan bile son tahlilde neoliberal Murray Bookchin çizgisine geliyordu. Başlangıçta Bookchin, radikal bir antikapitalist ve ekolojik bir düzlemde toplumsal özyönetim savunucusuydu. Bookchin, özgürlükçü sosyalizm, anarşizm ve ekoloji düşüncelerine bağlı kaldığını iddia ediyor, şehirler planlıyordu. Sosyal ekoloji ideolojisi gibi konular üzerine çalışmalar yapıyor, anarşist gelenek ile çağdaş ekolojik bilincin sentezini dert edinip ana gayeye dönüştürmüştü. Ondan Öcalan oldukça etkilenmiş ve mektup göndermişti. Öcalan’ın mektupta Bookchin’den kendisini öğrencisi olarak kabul görmesini rica ediyordu. Ekoloji… Hikaye burda…..
Şimdi sonuca doğru gideyim.
Teolojik İslam metaforu insanın topraktan, İblisin dumansız ateşten yaratıldığını söyler. Ekolojik dengenin toprağa tahakküm için …